Bahçeli kendinisever ama vatansever değil!
Daha çok kısa zaman geçti üzerinden hatırlardadır. Haziran ve Kasım genel seçimleri öncesinde bir bölük ulusalcı ile birlikte Devlet Bahçeli, “Birbirinden farkı olmayan iki şer odağı arasında gizli ve kirli bir mutabakat var” diye haykırıyorlardı. “AKP ile HDP başkanlık konusunda anlaştılar. Başkanlık sistemine geçit vermeyeceğiz. Bu oyunu bozacağız.” vb.vb.
Üzerinden bir yıl bile geçmedi. O aynı ulusalcılar ve Bahçeli, “kaçak” dedikleri saraydan çıkmaz oldular ve başkanlık sistemine yancılık rolü üstlendiler. Başkanlık sistemi için AKP ile anlaştığı iddia edilen HDP’li liderler ise, anlaştıkları iddia edilen AKP iktidarınca demir parmaklıklar ardına gönderildi.
Nedeni çok açık… Çünkü Kürt hareketi AKP’nin.içeride başkanlık, Ortadoğu’da da Suriye ve Irak hesaplarına çomak soktu. Bir başka ifadeyle AKP’nin neo-Osmanlıcı bir rejim hevesinin içerideki ve dışarıdaki en kritik iki hamlesi, Kürtlerce boşa çıkarıldı.
Bu nedenle AKP Kürt hareketini birdenbire en büyük düşman ilan etti. Ardı sıra da Cumhuriyeti tasfiye amacı doğrultusunda bu kez “hain Kürde bak” senaryosunu vizyona koydu. Neo Osmanlıcı projesinde HDP’den yediği çelmenin acısını çıkarmak ve kayıplarını telafi etmek için bu yeni senaryodaki baş partneriyse MHP…
Neden Bahçeli? Neden MHP?…
Bu senaryoda Devlet Bahçeli’nin parti içi iktidarı kaybetme korkusu bir fırsata çevrildi. Parti içi muhalefeti fiilen engelleme vaadi karşılığında MHP, Devlet Bahçeli üzerinden Osmanlıcılığı yeniden egemen kılma projesine entegre edildi.
Bahçeli ve ekibinin bu role iknasını kolaylaştıran en önemli faktörse AKP’nin Kürt sorununda yeniden askeri çözümü devreye sokmuş olmasıydı. Zira Kürt sorununda yeniden savaş konseptine dönülmesi, Bahçeli ve ekibi açısından parti tabanına bu keskin dönüşü daha kolay gerekçelendirme olanağı veriyordu.
AKP açısından MHP’deki “yumuşak karın” yalnızca Bahçeli’nin liderliğini kaybetme telaşı ya da yalnızca müzmin “Kürt düşmanlığı” ve “savaş sever” karakteri de değildi. Aynı zamanda MHP’nin cumhuriyet ve laiklik konusundaki müzmin zayıflıkları da AKP’yi cesaretlendirmekteydi.
Zira MHP’nin çekirdek kadrosu ve çekirdek tabanı cumhuriyetin özgür birey, laiklik ve – “yurtta sulh dünyada sulh” sözünde ifadesini bulan- anti fetihçi değerlerden uzak ırkçı/fetihçi/ümmetçi bir milliyetçilik temelinde şekillenmişti. MHP özelliklede 60’lı yıllarda gelenekçilik, ümmetçilik, fetihçilik gibi özellikleriyle Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyet ve laiklik anlayışıyla açıkça çatışan bir yola girmişti.
Bu özellikler bir farkla AKP’nin de üzeride şekillendiği ideolojik dokuyla örtüşmekteydi. MHP için milliyetçilik ümmetçiliğe göre daha baskındı. Ama MHP’deki gelişim de ümmetçiliğin milliyetçilik ve laiklik karşısında giderek alanını geliştirmesi yönündeydi. Nihal Atsız ekibinin tasfiye edildiği meşhur Adana Kongresiyle başlayan bu süreç, Seyyid Ahmet Arvasi’nin görüşlerinin parti merkezinde artan ölçüde egemenlik kurmasıyla ümmetçilik lehine daha belirgin bir hal almıştı. İşte özellikle taşrada AKP ve MHP tabanları arasındaki yüksek geçirgenliğin nedeni de olan bu ideolojik doku benzerliği AKP’nin MHP’yi yanına çekebileceği inancını güçlendiren diğer önemli faktördü. Bu tarihsel ve ideolojik ortaklıklar Devlet Bahçeli’nin elini de bu keskin dönüş açısından kısmen rahatlattı.
Ne oldu AKP’nin cumhuriyet ve laiklik düşmanı karakteri değişti mi?
Devlet Bahçeli dün Atatürk, cumhuriyet ve laiklik düşmanı ilan ettiği, tek adam rejimine geçerek Cumhuriyeti yok etmeye çalışmakla itham ettiği AKP bütün bu projelerinden vaz mı geçti?
Ya da MHP ve Bahçeli AKP’ye dün bu ithamları yaparken haksız olduğunu mu anladı? AKP birden bire cumhuriyet ve laiklik dostuna mı dönüştü?
Elbette bunların hiçbiri olmadı… Olan iki şey var: Birincisi Bahçeli’nin koltuk sevdası ile Cumhuriyet ve laiklik değerlerine kolaylıkla sırt dönmesi ve ikincisi de AKP’nin Kürt sorununda savaş politikasına dönmesi…
Buradan da anlaşılmaktadır ki Bahçeli’nin laiklik ve Cumhuriyet sevdası, Atatürk tutkusu koltuk sevdasına göre çok zayıftır. Ve yine bu gelişmeden anlaşılmaktadır ki Bahçeli’nin milliyetçiliği bir vatanseverlik taşımamaktadır, salt Kürt düşmanlığından ibarettir.
Bahçeli ve ekibine göre Kürt sorununda silahlar konuşsun bu AKP’ye destek ve yancılık için yeterlidir.
Peki ya AKP’nin laikliliği, cumhuriyeti yok etme ve Atatürk’ü tarihten silme çabaları… Demek ki tüm bunların Bahçeli ve MHP’si açısından kayda değer bir önemi bulunmamaktadır.
Normaldir. Çünkü Bahçeli Cumhuriyetçi, laik ve Atatürkçü değildir. Cumhuriyet ve laiklik olmadan ulus kavramı da olamayacağına göre Bahçeli için ulus ve ulus devlet kavramı da demek ki o kadar önemli değildir. Bunlar yıkılsa da olur? Yeter ki Bahçeli’nin koltuğu sağlam olsun yeter ki Kürtlerle, yani bu ülkenin vatandaşların bir bölümüyle savaş sürsün…
Peki MHP tabanı buna ne diyecektir? Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk düşmanı bir projenin eklentisi olmayı “bürokraside birkaç koltuk da bize düşer” aymazlığı ile sessizce içine sindirecek midir?
MHP için asıl sorun, asıl kırılganlık alanı bu çekirdeğin dışındaki ve çekirdeğe göre çok daha geniş bir niceliğe sahip olan parti periferisini oluşturan tabanda…
MHP’nin asıl oy patlaması yaptığı yıllar Türkeş’in vefatı sonrasına, Devlet Bahçeli liderliği dönemine denk gelir. Merkez sağın dağıldığı, siyaseten ciddi bir boşluk oluştuğu yıllarda yani… İşte bu dönemde Türkeş gibi sokak çatışmaları ile özdeşleşmiş daha sert, daha agresif, tavizsiz ve savaşkan bir liderden Bahçeli gibi daha ılımlı, kent değerleriyle ve çağdaş gelişmelerle daha uyumlu görünen bir lidere geçiş, MHP’nin bu boşlukta ciddi bir oy devşirmesine neden olmuştur. MHP bu fırsattan en iyi biçimde yararlanarak, tarihinde ilk kez orta Anadolu’ya sıkışmış bir taşra/kasaba partisi olma özelliğinden sıyrılıp ülkenin büyük kentlerinden çok daha fazla oy alabilen, kentlileşen bir parti görüntüsü kazanmaya başlamıştır.
Ama bu yeni taban -milliyetçi ve dini kaygıları da olsa- temelde bu saiklerle değil; laiklik, kadın hakları, çağdaşlık ve bir bütün olarak da kentlilik değerleri üzerinden tercih oluşturan büyük ölçüde seküler bir tabandır. Yani MHP ile bağı ideolojik manada çok güçlü bir bağ değildir. Yerel seçim üzerinden baktığımızda MHP’nin çekirdek tabanının yoğunlukla bulunduğu taşrada bu tabanın MHP’den sonraki ikinci tercihi ağırlıkla AKP olurken, bu kentli periferi taban açısından CHP’nin ikinci tercih olmak anlamında çok daha önde olduğunu görüyoruz.
MHP oylarının, memnuniyetsizlik ve parti içi kargaşa koşullarında yüzde 20’lerden yeniden yüzde 8’lere inebildiğine geçmiş yıllarda bir kaç kez tanık olduk. Bu düşüşte ise ana etmenin kentli periferi oylarındaki kaçış olduğunu görüyoruz.
Özellikle de kentli periferi taban, bugün için en yakın tehdidin bölünmeden ziyade cumhuriyete ve laikliğe yönelik ümmetçi neo Osmanlıcı saldırı olduğuna iknaya çok daha açıktır. Bahçeli’nin, M.Kemal’e “katil “diyenlerle, “cumhuriyeti kapanması gereken bir parantez” ilan edenlerle”, “10 Kasım’ı yas değil yeni ve güzel bir devrin başlangıcı” olarak görenlerle, “93 yıl önce duvara asılan tüfeği artık duvardan indirip kullanmanın zamanı geldiğinden” söz edenlerle vb. vb. birlikte olması üzerinden yüklenildiğinde, AKP-Bahçeli ittifakının en önemli meşrulaştırıcısı olan “hain teröristlerle ortak savaş” argümanı da boşa çıkarılabilir.
Eğer parti içi ve dışı muhalefet Bahçeli’nin AKP ile ittifakının bölünme kaygısıyla değil. tümüyle kendi siyasal ikbaliyle ilgili olduğunu etkili biçimde anlatabilirse; AKP-Bahçeli ittifakının etkisizleşmesinin güç olmadığı söylenebilir.
Mahmut ÜSTÜN