Demokrasi, Diktatörlük, Kapitalizm…
Demokrasi kuramı ve uygulaması halk iradesinin doğru ya da yanlış olmasından hareket etmez. Yani halk iradesi her koşulda doğru olur diye düşünüldüğü için demokrasi seçilmez.
Demokrasi tek kişi ya da dar bir çevre yönetimine göre yöneticilerin halk oyu ile gelmesinin daha üstün ve tercih edilir olması temel ilkesi üzerinde yükselir. “Ben Tanrı’nın temsilcisiyim yaptıklarım sorgulanamaz, biat edilir diyen” teokratik monarşist yönetimlere karşı halkın hesap sorabilme ve sorgulayabilme hakkını kazanması demektir demokrasi.
Demokrasinin temel varsayımı/dayanak noktası “halkın yanılmazlığı” değildir! Öyle olsaydı Hitler iktidara gelemezdi! Öyle olsaydı yığınlarca insan Musolini’nin peşinden sürüklenmezdi. Yani seçimlerle diktatörlükler kurulabilir; seçimler aracılığıyla da demokrasi ilga edilebilir; faşizm vb. gelebilir. Gelmiştir ve gelmektedir de.
Demokrasinin temel varsayımı tüm yurttaşların (çoğunluğun değil) özgür iradelerini oluşturma ve yönetime yansıtma hakkına sahip olabilmesi, bu hakkın güvence altında olmasıdır. Çoğunluğun karar oluşturma özgürlüğünün sınırı diğer yurttaşların düşünce/ifade, örgütlenme, eylem, inanç ve yaşam tarzı özgürlüğünün başladığı yerde biter.
Burjuva demokrasisi bu sınırı bir takım denge ve fren sistemi mekanizmalarıyla güvence altına almaya çalışmıştır. Güçler ayrılığı ilkesi, temel hakların yasal/anayasal güvenceye alınması, kritik konulardaki kararın nitelikli çoğunluk şartına bağlanması ve özgürlük alanı kaldırılan yurttaşların “direniş hakkı”nın meşru sayılması gibi…
Demokrasi çok önemli bir kazanımdır. Yurttaşın siyasetin temel öznesi olduğunun kabulü ve çağdaş cumhuriyet anlayışı insanlık tarihi açısından yadsınamaz büyüklükte bir adımdır. Verili demokrasiye yönelik eleştirel tutum, bu temel gerçeğin kabulü tabanında anlamlı ve ilericidir. İçlerinde epeyce bir sosyalistin de bulunduğu “demokrasi”yi ve demokrasi mücadelesini küçümseyici tutum böylesi bir temel zaafa sahiptir. Burjuva demokrasisini eleştirmek meşrudur. Aşılması istenci demokratik ve devrimci bir istençtir. Fakat demokrasi kötü bir şey olduğu için değil; bilakis burjuva demokrasisi tam olmadığı için; eksikli, şarta bağlı ve biçimsel kaldığı için. Demokrasiyi bir devlet durumu, sadece siyasal alana ait bir durum olmaktan çıkarıp en küçük hücrelerine kadar sahici bir toplumsal bir hal haline getirerek gereksiz kılmak derdindeyiz biz. Demokrasi düşmanı değil…
Burjuva demokrasisini eleştirdik ve eleştiriyoruz. Zira o en temelde sınıfsal ve dolayımlı olarak da etnik, dinsel, cinsel vb. ayrımcılığa dayanan ve varlığı için bu ayrımcılıkları yeniden üreten bir sistemdir. Bu şarta bağlıdır ve bu nedenle de biçimsel/yüzeyseldir.
Peki gerçek demokratik çözüm nedir?
O ülkede örgütlü bireyin yaygınlaşması… Bunun için de bireyin özgürleşmesi gerekir…
En başta da bireyin iradesini ipotek altına alan, bireyin bağımsızlaşmasının önünde barikatlar kuran tarikat, aşiret gibi feodal ve anti-demokratik yapıların tümüyle tasfiye edilmesi ya da en aza indirilmesi gerekir. Bu da yetmez eşitlikçi bir ekonomik düzenin varlığı gerekir. Bireyin gelecek kaygısı duyduğu en temel insani haklardan, sosyal güvencelerden yoksun olduğu bir yerde demokrasi eksik ve güdük kalır, her an tersine dönüşebilir. O da yetmez etnik, dinsel, cinsel ayrımcılığın kalkması, her anlamda tam hak eşitliğinin sağlanması gerekir.
Nitekim biz burjuva demokrasisini bu açılardan eleştirirken gerçek hayatta da tam da bu zaafları nedeniyle burjuva demokrasisi tersine dönmeye, biçimsel demokratik kabuğunu atarak otoriter özünü dışa vurmaya başlamıştır. Son 30-40 yıl bu açıdan çok net bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bin bir mücadeleyle elde edilen “çalışma”, “sosyal güvenlik”, “eğitim”, “sağlık” vb. gibi sosyal hakların tasfiyesiyle başlayan süreç biçimsel siyasal demokrasinin unsurları olan liberal haklara kadar uzanmış durumdadır.
Bugün düzenli ve adil seçim, ifade ve bilgilenme hakkı, örgütlenme ve eylem hakkı, vatandaşın iktidarı denetleme/hesap sorma hakkı vb. de büyük ölçüde kadük kılınmış durumdadır. Mülkiyet, ticaret, azami kar hakkı tüm hakları yutmaktadır.
Demokratik haklar kar maksimizasyonu ve paraya dayalı hükümranlığın idamesi açısından bir tehdit haline gelmiştir. İçte azami kâr amacı, dışta yaşamsal önemi artan rekabet ve bu sürecin kaçınılmaz ürünü militarizasyon ve savaş demokrasinin altını her geçen gün daha da oymaktadır.
Bu tablo bütün partileri aynı sermaye programında ortaklaştırmakta sistem içi seçeneklerin azalması/yokluğu temsil krizine, gerçek sorunlardan ikincil kimlik sorunlarına yönelen politika da gerici söylemlere, toplumsal kutuplaşmaya, “yurttaş” kimliğinin ve cumhuriyet değerlerinin hızla aşınmasına yol açmaktadır.
Aynı nedenler henüz seçim/parlamento gibi kurumları tümden ilgayı doğurmasa da, işlevsizleştirmektedir. Hasbelkader oy çokluğu elde eden iktidarlar, diğer toplumsal kesimlerin hak ve iradelerini yok saymakta, milli irade kavramının arkasına sığınarak “dediğim dedik çaldığım düdük” mantığı ile kesimsel ve hatta giderek kişisel yönetim inşa etmektedirler. İktidarlar üzerindeki doğrudan yurttaş denetimi bir yana kalsın meclis ve yargı denetimini de imkansızlaşmaktadır. Güçler ayrılığı ortadan kalkmakta, yasama ve yargı yürütmenin, yürütme ise tek adamın emir erine dönüşmektedir. Ortada biçimsel anlamda bir temsil ilişkisi bile kalmazken, bırakın hukuk devletini/anayasal devleti, kanunlar bile hüküm yitirmekte, ülkeler kararnamelerle yönetilir hale gelmektedir.
Türkiye’de yaşadıklarımızda, elbette kendine özgü yanları da olmakla beraber özü itibariyle dünyadaki bu gelişmelerin bir parçasıdır. Faşizme doğru hızla yol alan bir tür modern monarklık, bir tür diktatörlük dönemindeyiz. Monarklık kişi iradesinin kanun hakimiyeti yerine geçişidir. Diktatörlük yasayla sınırlanmayan bir iktidardır. Faşizm tüm bunların sermaye çıkarlarıyla birleşmiş halidir.
Demokrasi yurttaşın iktidar edene “haddini bil” diyebildiği bir sistemdir. Bu yurttaşın en tabii hakkıyken, yönetenlerin yurttaşa had bildirmesi hoş karşılanmaz. Diktatörlükte ise yurttaşın muktedire had bildirmesi suçtur ve yalnızca diktatörün herkese had bildirmeye hakkı vardır.
Bugün ikincisi hakimdir. Ve artık “demokrasi”, “cumhuriyet”, “yurttaşlık” yeniden ve daha kapsamlı/eşitlikçi /anti kapitalist bir içerikle ve ancak büyük bir mücadeleyle kazanılabilir devrimci talepler haline dönüşmüştür.
Mahmut ÜSTÜN