DSP nedir? Ne işe yarar? Nasıl kullanılır?
DSP, tarihin Ecevit’e bir ironisidir. Ya da Ecevit’in kendi kendini inkâr manifestosudur.
Genç kuşakların ekseriyeti muhtemelen hatırlamazlar. 1980 öncesi bir Cumhuriyetçi Güven Partisi vardı. Partinin lideri bugünlerde AKP yanlısı ve ırkçı yaklaşımlarıyla gündemi gereksiz yere pek fazla meşgul etmekte olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun dedesidir ama annesi doğum sırasında vefat edince dedesi Turhan Feyzioğlu tarafından büyütülmüştür. Metin Feyzioğlu hık demiş dede/babasının burnundan düşmüş biridir. Yani Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin ne menem bir şey olduğunu bilmeyen gençler için o parti hakkında malumat edinmenin en kestirme yolu Metin Feyzioğlu’na bakmaktır. Metin Feyzioğlu gibi hırslı ve bir o kadar sevimsiz bir fenomendir Cumhuriyetçi Güven Partisi ’de…
Benzerlikler bununla bitmez ve dahası benzerliklerin en önemlisi de bu değildir. Cumhuriyetçi Güven Partisi iflah olmaz bir sol düşmanıydı. Irkçı tonları olan bir milliyetçiliği vardı. Devlet sınıflarının (elitlerinin) ukala ve üstten bakışının temsilcisiydi. Çok daha önemlisi bu elitlerin eski önemlerini yitirmelerine karşı verdikleri agresif bir tepkiydi.
Rahmetli İnönü’nün Demokrat Parti karşısında yeni bir çizgi olarak önerdiği ama hayatta tam karşılığını Merhum Ecevit zamanında bulan CHP’nin “ortanın solu” ile başlayıp sosyal demokrat bir parti haline gelme süreciyle devam eden yeni çizgisine bir tepkiydi Cumhuriyetçi Güven Partisi…
İlk önce 1967’de Nisan sonundaki CHP kurultayında teyit edilen Ortanın Solu politikasına karşı çıkanlar tarafından Güven Partisi kuruldu. 47 parlamenter, “Ortanın Solu” çıkışını “CHP’yi gitgide tehlikeli bir sol maceranın vasıtası haline getirme yolunda” bir girişim saydıklarını açıkladılar. Kendilerini ise “Atatürkçü çizgiye sadık kalanlar” olarak nitelediler. Yani rahmetli İnönü’ye karşı Atatürk’ü kendilerinin temsil ettiklerine yönelik bir iddiaydı bu. Gülünç ama böyle… Sonra Ecevit’in 1972’de partinin başına geçmesiyle benzer gerekçelerle bir gurup milletvekili daha partiden ayrılarak Cumhuriyetçi Parti’yi kurdular. Çok geçmeden iki parti Cumhuriyetçi Güven Partisi adıyla birleşip tamama erdiler.
Bu partinin kullandığı retoriğin yüzde 30’u Atatürk, yüzde 30’u milliyetçilik, geri kalanı ise devletin bekasıydı. Çok tanıdık değil mi? Atatürkçülükleri, Cumhuriyet devriminin ilk yıllarındaki halkçı ve devrimci Atatürk’e değil, 1950’lerden sonra üretilmiş devletçi ve kapitalist bir Atatürkçülüğe atıfla şekillendirilmişti. Milliyetçilikleri yurttaşı esas alan bir devrimci yurtseverlikten çok ama çok uzaktı. Devleti esas alan ve yurttaşları da devlete itaatle yükümlü bir mürit olarak gören faşizan bir tona sahipti. Kısacası CGP, bildiğimiz MHP milliyetçiliğine ve 12 Eylül cuntacılarının Atatürkçülüğüne yakın bir pozisyona sahipti.
Rivayet odur ki 12 Eylül faşist darbesinin kendileri için en uygun gördüğü başbakan adayı Turhan Feyzioğlu idi. Ama adı bir parti ile fazlasıyla özdeşleştiği için vazgeçtiler. Aynı partinin önemli isimlerinden Nihat Erim ise 12 Mart faşist cuntasının atadığı başbakanlardandı. Atatürkçülükleri bu neviden bir Atatürkçülüktü yani…
Ve yıllar geçti bir zamanların “Karaoğlan”ı, “Halkçı Ecevit”i olan Bülent Ecevit emperyalist güçlerin ve 12 Eylül faşizminin kendisine verdiği mesajları alarak ve bu mesajlara göre kendini yeniden uyarlayarak 1980’li yıllara “sorumlu devlet adamı” sıfatını fazlasıyla hakkedecek bir dönüşümle girdi. Bu dönüşümün örgütsel karşılığı ise DSP oldu. Ecevit bu kez tarih sahnesine lideri ve en önemli yaratıcısı olduğu sosyal demokrat CHP geleneğinin tasfiyesi için çıkmaktaydı. 1980 sonrası Ecevit’in en önemli siyasi misyonu genel olarak sol özel olarak da yaratılmasına belirleyici katkı sunduğu sosyal demokrat geleneği tasfiye üzerine kuruluydu. “Büyük güçler” Ecevit’e adeta yarattığını öldürttüler.
İşin ironik kısmı bu kadarla da sınırlı değil. Ecevit bunu yaparken geçmişte kendi çizgisine karşı kurulan Cumhuriyetçi Güven Partisi çizgisi ve misyonunu bu kez DSP eliyle kendisi yeniden ihya etti. Emek çizgisini terk etti, yurtseverliği devlet merkezli bir milliyetçiliğe dönüştü, çizgisinin esası artık halkı ve yurttaşları değil devletin bekasının önceliyordu. Bildiğimiz CGP anlayışı DSP aracılığıyla ve bizzat Ecevit eliyle12 Eylül’den sonra yeniden hortlatılmıştı yani. İşin ikinci ironik kısmı da buradaydı. Ama Ecevit’li CGP’si olan DSP, Feyzioğlu’nun CGP’sine göre daha manasızdı. Zira CGP’nin karşısında hakikaten sola tepkiyi anlamlı kılan bir Halkçı Ecevit gerçekliği vardı. Ve fakat Ecevit’in CGP’si olan DSP’nin karşısındaki CHP/SHP’de artık eski CHP’den hayli farklı ne olacağını bilemeyen ama ne olamayacağını bilen bir parti kimliğindeydi. Sol olunmayacaktı bu kesin ama ABD’deki Demokrat Parti gibi liberal mi olunacaktı; yoksa eskinin CGP’si türünde bir Atatürkçülük mü yapılacaktı? Bu ikisi arasında salınıp durulmaktaydı ve hala da salınıp durulmaktadır. İnönü döneminin SHP’si biraz sola meyletti ama örneğin Baykal’lı CHP, bu iki uç arasında bir dönem gidip geldikten sonra geçmişin CGP’si benzer bir konuma yerleşti. Kılıçdaroğlu’da öyle gözükmekte ki, CHP’yi ABD tipi bir Demokrat Parti haline getirmek arzusunda ama bu değişimi zamana yayma niyetinde.
Sonuç olarak Ecevit’in CGP’si ile Baykal’ın CGP’si arası rekabette kazanan büyük ölçüde Baykal oldu. CHP ismi, Ecevit ismini yendi. Ta ki Baykal siyaseten büyük bir hata yapana kadar. Bu hata birden Ecevit’i yeniden öne çıkardı. Ama CGP pratiği Ecevit’in önce siyasal sonra fiziksel ölümüyle trajik bir final yaşadı.
Ecevit gibi geçmişten getirdiği önemli bir siyasal kredisi olan liderin varlığında bile siyaseten bir anlamsızlığı temsil eden, bu manasızlık yüzünden de bir seçim hariç tüm seçimlerde küçük yüzdeli oylara mahkûm olan DSP, Ecevit’in yokluğunda tam anlamıyla yokluğa mahkûm oldu.
Peki ne oldu da bugün birden bire yeniden sahne önüne fırla(tıl)dı.
Yine CGP misyonuyla açıklayalım. CGP bir iktidar namzetti olmaktan çok bir operasyonel parti olarak işlev görmekteydi. Halkın eğilimlerini kucaklamak yerine devlet katından “beka” ile ilgili gelen talep ve yönlendirmelere göre bir hükümetin kurulması ya da bozulması alanında “maymuncuk” işlevi görmekteydi. Varoluş misyonu buydu. Bugünkü DSP’nin de benzer bir misyona soyunduğu görülmekte.
“Devletlü” güçlerin yıpratılmış ve kuşatılmış bir Erdoğan ile devam etmeye yönelik tutum içinde olduklarını yakın geçmiş zamanda kanıtlayan çok sayıda emareyle karşılaştık. MHP ve VP gibi yine bu açıdan kendine has misyonları olan partilerin tutumlarıyla yine kendine has benzer bir misyona sahip olan DSP’nin kritik kavşaklarda aldıkları pozisyonlarının tutarlı bir aynı yönlülüğe sahip olması tesadüf sayılmamalı.
DSP bu seçimde benzer bir operasyon için rol almış gözükmektedir. Bu rol yalnızca muhalefet cephesini bölmek ile mi ilgidir? Yoksa sandık başını ve secim sonrasını da kapsayan daha büyük bir operasyonun bir parçası mıdır? Bunu hep birlikte göreceğiz.
Ve CGP lideri Turhan Feyzioğlu’nun hık demiş burnundan düşmüş torun/evladı Metin Feyzioğlu bu operasyonun neresindedir?
Naçizane bir öneriyle tamamlayalım yazımızı: Seçim sonrası DSP’nin başına Metin Feyzioğlu geçse de bu iş iyice “tadından yenilmez olsa”.
Mahmut ÜSTÜN