İstanbul seni yereceğim!
Şehrin en keşmekeş yerindeyim. Küçük şehir çarşısı gibi ortalık. İstanbul’a dair tek şey araba plakaları. Hatta onlar bile, her tarafı kocaman kocaman yazı, reklam, led tabela kaplı dükkanların önünde eğreti duruyor.
Bu insanlar yüz milyarlarca liralık arabalarını dükkanın önüne park edip içerde döner mi kesiyor peynir mi tartıyor bilemiyorum.
Onca sıkkın gri görüntüye rağmen tertemiz bir hava var. Hani sertçe ciğerlere dolan bir hava. Kar kokuyor.
Ellerim cebimde yürüyorum, hava soğuk. Sanki komple mahalle taşınıyor gibi ortalık. Herkes dışarılara taşmış. Marketlerin domatesi, portakalı, patatesi, soğanı.. Seyyar satıcılar, midyecisi, çiğ köftecisi, züccaciyecisi, tekstilcisi, cansız mankeni… Hayır hayır, o manken değil. Haplanmış bir varoş delikanlısı. Kıpırdamadan dikilmiş, yerdeki bir karıncayı inceliyor sanki. Donmuş adeta.
Velhasıl dağdan inen bir dere gibi ordan oraya kıvrılıp raksetmek gerekiyor yürürken. Lokantaların kapılarından sıcak havayla yemekhane işi, yemek kokusu taşıyor dışarı. Ev gibi değil, değil mi o koku? Askerlikle hastane arası bir hatıra..
Ne zor şey çalışmak. Paspas yap, masa sil, soğan doğra, suları diz. Arada sigara molası. Bizim plaza gibi. O kadar katı kim inecek? Yak bir cigara yangın boşluğunda. Bak şu an önünden geçiyorum. 22. kattan baksam şimdi görür müyüm acaba kendimi? Nasıl da dışındaymışsın gibi geliyor bunun oradan değil mi? Halbuki ha bir şehir ha bir ofis katı, ha bir hücre… Bilince başka dünyaları dar geliyor tüm sınırlar ama değil mi?
Bizi de karıncalar gibi izleyen var mıdır acaba? Kafa kafaya arabalar, burnuma üflenen sigara dumanları, hark hurk derinden tükürükler. Yoksa tepki mi bu da yazmak gibi. Haaark tüüüüü, beton beton beton. Haaaark tüüüüü, trafik trafik.
Üşümeye başladım. Ondan mı burnuma ateş kokusu geliyor. Evet yanan bir odun kokusu, harika. Neden bu koku bu kadar cezbeder insanı? Yani bir dolma kokusu da hoştur ama tok iken ı-ıh. Ahh ateş kokusu… Bir muhtaçlık hissinin yansıması sanki. En korktuğumuz şey üşümek olsa gerek.. Bacaklarım üşümüyor ama. Üşümesin zaten. En gerekli organım. Her yere taşıyor beni. Ellerim yönlendiriyor, bacaklarım taşıyor beni. Al bak simdi, bir sağ bir sol, merdivenleri çık, metrobüs köprüsünün üstündeyim. Altta gırla trafik. ‘Bu şehir altından geçecek’ yakıştırması yapıyorum. Eh anlayan anladı.
Sürekli bir melodi çalıyor turnikelerde. Dırrt dırıdıt dırıdırıdırrrt diye muhtelif sesler. Önümden bir genç dııırı diye geçiyor, bakıyorum 3.80 kalmış kontürü, üzülüyorum kontörlü hayatına ve dırıdırı dıı diye ben de geçiyorum. Benim melodi farklı. Ücretsiz. Basınız ya!
Biniyoruz metrobüse arkaya ilerleyelim diyor şoför. Lan oğlum arkaya doğru ilerlendiği nerede görülmüş. Zaten hep orada değil miyiz? Çocuğun kalmış kontör 3.80, benim uzanasım var 2.80.
E hadi ilerleyelim madem. Kış ittiriyor.
Gökhan ÇELEBİ