T24’te Tayfun Atay, seçim sonuçlarının aynı zamanda siyasal İslamcı tabanda yaşanmakta olan sekülerleşmenin dışa vurumu olarak ve AKP’nin dinselleştirme politikasına bizzat siyasal İslam’ın tabanından bir itiraz olarak okunabileceğini yazdı. Önemli ve yerinde bir tespit olduğuna kuşku yok.
Seçim sonuçları bize daha önce yaşanan eğilimlerden bambaşka mesajlar vermiyor elbette. Yalnızca gözlemlediğimiz bir dizi eğilim içerisinde hangilerinin daha kuvvetli ve yakın vadeyi şekillendirecek eğilimler olduğunu ortaya koymakta bir turnusol kâğıdı işlevi görüyor.
Bu alanda da Gezi Direnişi’ni bir milat olarak almak bence yanıltıcı olmaz. Ama siyasal İslam tabanındaki bu alandaki yarılma, tartışma ve arayışların çok daha belirgin hale gelmesi 5-6 yıllık bir maziye dayanıyor. Çok anlamlı ve çok da güzel bir biçimde önce SİYASAL İslam’cı kadınlarda başladı bu sorgulama. Yine ve çok anlamlı biçimde, geçmişin türban mücadelesinin ön saflarında yer alan kadınlar bu yeni arayış ve sorgulamanında baş aktörleri arasındaydı. Kapalı sosyal medya gurupları ile başlayan süreç giderek daha açık ve dolaysız bir itiraz haline dönüştü. Sonra yine anlamlı biçimde gençlerde ve çok daha anlamlı olarak İmam Hatip öğrencisi gençlerde yankısını buldu bu itiraz. “İmam Hatip öğrencileri arasında deist-ateist sayısı artıyor” tartışmaları hepimizin hatıralarında tazeliğini koruyor olmalıdır.
Siyasal İslam cephesindeki yarılmanın bir başka biçimi de eski ve “otantik” siyasal İslamcı kanaat önderlerinin yüksek sesle AKP’yi yozlaşmakla suçlamaya, siyasal İslamın “kadın, iktidar ve para” karşısında yenildiğine dair yakınma ve eleştirilerini artan biçimde dillendirmeye başlamasıyla kendini dışa vurdu.
Tüm bu emareler siyasal İslam cephesinde dipten gelen bir itiraz ve yarılma yaşandığını bizlere göstermekteydi ama bu dip dalganın gücü hakkında (siyasal İslam’ın kapalı yapısı nedeniyle) tam bir fikir sahibi de olamıyorduk. Son yerel seçim sonuçları bize bu dip dalganın AKP’nin kendi tabanındaki düşünsel hegemonyasını sarsacak ölçüde güçlü olduğunu gösterdi.
AKP’nin dinselleştirme projesi ve bu yönde yaptığı baskılar bir noktadan sonra yüzde 50’lik bir kemik karşı taban duvarına toslamıştı. Şimdi buna ek olarak içeriden bir direnç de oluşmaya başladı. Artık AKP’nin Sünni İslam eksenli hegemonyasının kendi tabanında da kırılmaya başladığını; Cumhuriyet’in laik/seküler kimliği karşısında uzun süre sonra da olsa (kendi tabanını da kapsamaya başlayan) ciddi bir yenilgi yaşadığını ve artık kendi mahallesinde de rüzgârın tersine dönmeye başladığını söyleyebiliriz.
Bu kuşkusuz önemli ve umut verici bir gelişmedir. Ama bunu yeterli saymak tehlikeli bir yanıltıcılığa da sahiptir. Zira bu kadarıyla yetinmek uzun süredir bu alanda yaratılan tahribatları, açılan önemli gedikleri görmemek demektir. Aslında soru şudur: 2. Restorasyona rıza mı göstereceğiz yoksa bunu ileri sıçramak için bir vesile olarak mı kullanacağız?
Restorasyon, yeninin kendi hegemonyasını tanımak kaydı /şartıyla eskiye tavizler vermesi ve onunla barışması demektir.
Cumhuriyet bütün burjuva ulusal devrimler gibi dini yeni bir biçimde yorumlamış seküler/akılcı/ulusal bir Sünni İslam projesi geliştirmişti. Bu konuda ilk restorasyon 1945’le sonrası yaşandı ve seküler İslam anlayışından geleneksel İslam anlayışı lehine taviz vererek onunla uzlaşmaya ya da bir arada yaşamaya rıza gösterilmişti.
1980’lerden sonra ise (küreselleşme ve neo liberalizm ikilisinin de dayatmasıyla) geleneksel İslam lehine ikinci büyük restorasyon süreci başladı. AKP bu restorasyon sürecinin bir ürünü olarak şekillendi ya da destek gördü.
Bugün Cumhuriyet laikliği karşısında doğal sınırlarına/duvara dayanmış olsa da son 15 yıldır AKP eliyle restorasyon süreci “karşı devrim” boyutlarına dayanacak denli ilerletildi. Evet bu süreç nihayetinde AKP tabanında bir sekülerleşme ve hatta laiklik eğilimlerin yeşermesine yol açmış olsa da, asıl olarak siyasal sistem ve eğitim başta olmak üzere hem devlet hem de toplumsal hayat üzerinde laikliği/sekülerliği bozan bir geleneksel Sünni dinselleşme baskısını da olağanlaştırdı. Her parti oy almak ve kendini meşru kılmak kaygısıyla dini referansları kaçınılmaz görmeye başladı.
Yani tek başına AKP tabanındaki sekülerleşme eğiliminin artmasına sevinmekle yetinmek, bu sürecin siyaset ve sosyal hayatta anti laikleşme/anti sekülerleşme alanında bir tahribat yarattığı gerçeğini es geçmek çok yanıltıcı ve kötü sonuçları gebe bir yaklaşım olur. Hele de bu ikinci sonuç çok daha ağırlıklı bir önem taşımaktaysa…
Peki toplumda laiklik alanında bir sorun yok mudur? Bu söylediklerimiz bir eskiye, restorasyon öncesi sürece dönüş çağrısı mıdır? İlkine evet ikincisine de doğal olarak hayır cevabı veriyoruz.
Türkiye’de devletin dinler karşısında eşit ve tarafsız mesafede olması anlamında da dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlanması anlamında da ciddi sorunlar vardır. Çözüm eskiye dönmek değildir. Herkesin dini inancının gereklerini özgürce yerine getirdiği ama ne devletin ne de kişi ya da cemaatlerin kendi dışındakilere dinsel baskı yapmadığı yeni bir laiklik atılımına ihtiyacımız var. Ve elbette biliyoruz ki böylesi bir laik/seküler atılım için eğitimden sosyal hayata, kadın haklarından güvenceli bir çalışma hayatına uzanan köklü bir yeniden yapılanma gerekmektedir.
Ne laikliğin eksik ve çarpık bir uygulamasına ne de laiklik ve sekülerliğin altının oyulduğu bir 2. Restorasyon gerçeğine fit olmak/razı gelmek zorunda değiliz.
Mahmut ÜSTÜN