İradi bir seçişle ve büyük bir keyifle “tutunmayı reddeden” biri: ORHAN VELİ
Orhan Veli Türk edebiyatının önemli ismi… Türk şiirinin en büyüklerinden biri…
Hayata İstanbul’da gözlerini açtı ve orada kapadı. Ama o bir Ankara şairiydi. 36 yıllık kısacık ömrünün 23 yılı Ankara’da geçti.
Babası müzisyen Veli Kanık eski adıyla Mızıka yı Hümayun’un, şimdiki adıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefliği için Ankara’ya geldiğinde yıllardan 1925’ti ve Orhan Veli henüz ilkokulu bitirmek üzereydi. Kanık ailesi bugün Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Tiyatrosu ve Oda Tiyotrosu bulunan ve o zamanlar 2.Evkaf Apartmanı olarak bilinen Ulus’taki binaya yerleşti. Orhan Veli sırasıyla Gazi İlkokulu ve Ankara Erkek Lisesi’de eğitim aldı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve Sabahattin Eyüpoğlu’nun öğretmenleri Mina Urgan, M.Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Azra Erhat, Güniz Dino’nun en yakın okul arkadaşları olduğu Ankara Lisesi yılları Orhan Veli’nin entelektüel ve edebiyatçı kimliğinin, şiir anlayışının şekillendiği yıllar oldu.
Ankara’nın Orhan Veli’nin şiir anlayışının şekillenmesinde etki derecesi ne olmuştur? Bu etkinin büyük olması kuvvetle muhtemeldir…
Ankara ve İstanbul iki farklı simge ve sosyal kültürel ortamdı zira… Şaşalı, ağdalı, “şairane” edebiyatın merkeziydi İstanbul… Şairlerin “sırça köşkü” sayılırdı. Oysa başkent Ankara bir anlamda eskinin merkezi İstanbul’a karşı “yeni”nin sembolüydü. Siyasal anlamda olduğu kadar kültürel anlamda da böyleydi bu. İstanbul’a göre Ankara daha yoksuldu ve sanatçıların gettolaşmadığı, sokağı ve sıradan insanı daha dolaysız teneffüs ettiği bir kentti…
Seçkinliğe karşı sıradan insanın, saraylara ve “sırça köşk”lere karşın sokağın şiirini kurma iddiası radikal bir sanatsal meydan okuyuştu. Bu meydan okumanın Ankara’dan yükselmesi ise son derece anlamlıydı.
BİR “GARİP” ORHAN VELİ…
Orhan Veli, okul arkadaşları M.Cevdet Anday ve Oktay Rıfat’la birlikte eskinin radikal reddiyesi üzerine şekillenen yeni bir şiir anlayışı geliştirdi. “1. Yeniciler” ya da bu üçlünün ortak çıkardığı ilk şiir kitabının adından hareketle “Garip” olarak bilinen bu şiir akımı geçmişin aruz, mübalağa, kafiye vb. yapılarını tümden reddederek gündelik dil ile yeni bir şiir inşa etmeye koyuldular.
Değişen yalnızca dil değildi. Şiir kişileri ve temaları da artık sıradandı. Sokaktaki erkek ve kadınlardan, hatta sokaktaki hayvanlardan; “nasır”dan, “ciğer”den, “rakı”dan ve benzerlerinden söz eden şiirlerdi bunlar.
Orhan Veli’ye göre şiir akla seslenmeliydi: “Şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz san’atıdır. Yani tamamiyle mânadan ibarettir. Mâna insanın beş duygusuna değil, kafasına hitabeder.”
Büyük ustaların, yıllanmış şairlerin dünyasında genç üç şair, her şeyi reddedip yepyeni bir şiir için ortaya atılmışlardı. Garip’in önsözünde Orhan Veli şunları söylüyordu:
“Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmiyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir lâyık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Ama yeni şiirin istinat edeceği zevk, artık, ekalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değil. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir.”
Nurullah Ataç ve Nihat Sırrı Örik gibi bazı edebiyatçılar da olumlu bir heyecan yarattı bu girişim; ama çoğunlukla şaşkınlıkla ve hatta aşağılamayla karşılandı. Bu tartışmalar büyüdükçe bu akımın tanınırlığı ve sevenleri çoğaldı. Özellikle de halk içinde…
Üç genç şairin ilk kitaplarının isminin “Garip” olarak belirlenmesinde de şiirlerinin halkçı yanını vurgulama kaygısının yanı sıra edebiyat çevrelerindeki bu yaygın “garipseme ruh haline” atıfta bulunma arzusunun da belirleyici olduğu söylenir…
ORHAN VELİ “GARİP”TEN İBARET DEĞİL…
Orhan Veli’nin “Garip” ile somutladığı eski şiire yönelik radikal reddiyesinin önemi, ortaya çıkan eserlerin büyüklüğünden çok şiiri, saray, elit, sırça köşk edebiyatı olmaktan çıkarıp sokağa taşıma yönünde güçlü bir müdahale, etkili bir çubuk bükme olmasındandır. Garip, var olan köklü bir hastalığı tedavi için adeta aşırı doz ilaç kullanımı gibidir. Doğal olarak yan ve istenmeyen etkileri de olmuştur.
Orhan Veli’nin en basit görünen dizeleri de aslında büyük bir zeka ve muzip bir nüktedanlık içerir. Ama şiir ve düzyazı arasındaki sınırı hayli silikleştiren, şiiri zayıflatan sonuçlar yarattığı eleştirilerinde bir haklılık da vardır.
Orhan Veli’nin Garip’ten sonraki “Vazgeçemediğim” ve “Destan gibi” isimli şiir kitapları, Garip’in aşırılıklarını düzeltme girişimi gibidir. Ama pek çok öncü/lider kişinin başına gelen Orhan Veli’nin de başına gelir. Garip hem edebiyat çevresinde hem de sokakta Orhan Veli’den çok daha katı bir Garipçi çevresi oluşturmuştur. Bu iki kitabı bu yüzden bu çevreler tarafından hiç hoş karşılanmaz. Kendine ihanetle suçlanan Orhan Veli, geri adım atmak zorunda kalır. Son iki kitabı “Yenisi” ve “Karşı” da bu nedenle “Garip”te olduğu gibi, şiiri gündelik dil üzerine inşa etme ve önce -duyguya değil de- akla seslenme tercihi öne çıkmış gibidir.
Orhan Veli, kısacık ömrüne yalnızca şiir dozajı zayıf tepkisel eserleri değil, rahatlıkla Türk şiirinin en büyükleri arasında sayılabilecek Hürriyete Doğru, Anlatamıyorum, İstanbul’u Dinliyorum, Gün Olur gibi muhteşem şiirleri de sığdırdı.
ORHAN VELİ’NİN YAŞAMA BAKIŞI…
Orhan Veli, şiiri gibi yaşayan bir adamdır. Orta sınıf bir aileden gelmesine karşın hiçbir zaman “sırça köşk” yaşamı olmamıştır. Sokakların adamıdır o. Ece Ayhan onu “açık havaların şairi” olarak niteler. O, ya dışarıda insanlarla ya da doğayla temas halindedir. “İstanbul’u dinliyorum/Gözlerim kapalı” dizeleri ya da “Erol Güney’in kedisi” kapalı mekânda hayal edilenin değil dolaysız deneyimleyenin dizeleridir; çoğu dizeleri de böyledir.
Şairler genellikle yaşamdan feragat ettikleri ve hatta yaşayamamaları nedeniyle şairdirler. Orhan Veli şiir gibi yaşayan; yaşadığını da şiirleştiren biridir.
Orhan Veli, kuralları sevmeyen, baskıyı kabullenemeyen bir adamdı. İşe geç kalmaları, gitmemeleri sıktı. Bir şiirinde dediği gibi “kendisini mahveden güzellikte bir havada” PTT’deki memuriyetinden istifa etti. İkinci memuriyeti de Hasan Ali Yücel yerine Milli Eğitim Bakanı olan Şemsettin Sirer’in abartılı baskıcı olması nedeniyle yeni bir istifayla sonlandı.
Sosyalist şair, dostları arasında birçok toplumcu şiir kaleme almasına karşın Orhan Veli’nin yaşam tarzını ve bu yaşamın aynası şiirlerini bir tür “küçük burjuva aylaklığı” olarak değerlendirip eleştirenler oldu. Büyük bir haksızlık ve yüzeysellikti bu eleştiriler. Oysa Orhan Veli’yi özel kılan sınıfsal uçurumları çok yalın anlatan ve şiirinin merkezine koyan tavrıydı. Aşıkları da, kedileri de, sokakta gezenleri de derin bir biçimde ayrıştıran yoksulluk Orhan Veli’nin şiirlerinin ana temasıdır. Ayrıca o halktan yana sanatçıların kolayca “komünist”likten hapsi boyladığı yıllarda, bu bedeli göze alarak kesintisizce yazmaya devam etti. Hatta Nazım Hikmet’in serbest bırakılması için de 3 günlük açlık grevine de katılmıştı. Bu, sanatçıların ülkede dâhil olduğu ilk dayanışma açlık greviydi.
Orhan Veli’nin ne kendisi ne şiirleri nihilist, bireyci, hazcıydı. Tutunamayanlar romanının yazarı Oğuz Atay, Orhan Veli için “O’da tutunamayanlardandı” der. Sanırım Orhan Veli “tutunamayan” değildi. İradi bir seçişle ve büyük bir keyifle “tutunmayı reddeden” biriydi. O kendine verili hayatın dışında insanlarla, doğayla, hayvanlarla eşit ve sahici bir ilişki kurduğu küçük bir evren yaratmıştı. Bu evrende mutluydu. Hiçbir zaman melankolik olmadı. Hüznü de sevinç yüklü bir şairdi ve şiirleri de hep umut ve yaşam sevinci yüklüydü.
Büyük ustayı özlem ve gururla anıyorum.
Mahmut ÜSTÜN