Sen-al gerçeklik
Hani bazen televizyon sarmaz da bir kitap okuyayım dersin yanına çay kahve alırsın. Bir de müzik olsun dersin açarsın televizyondaki şömineyi. Bir kasetçalardaki gibi müzik de bitmez, bir Marguez kitabı gibi okuduğun da bitmez, ateşe dalar gözlerin, ateş de bitmez. Kafan takılır; milyon yıl bir mağaranın duvarını is yapan en ilkel ve vahşi eşlikçimiz, lüks yaşantıların evcil hayvanı olarak büyük salonları ışığı ve ısısıyla aydınlatırken neden bize sahtesinin bile imitasyonu düşmüş. Kaynağını görmediğimiz, borulardan geçip metal duvarlardan silik bir şekilde odaya yayılan içimizi ısıtmaya yetmeyen “ateşin ruhunu”, sürekli kendini tekrar eden şöminenin hiç bitmeyen odunlarını seyrederken hissetmek tabi ki imkansız. Ama senin milyon yıllık evriminde ateşin başrolde olduğunu bedeninin ruhunun hatırlaması önemli değil. Sen kapalı bir mekanda kontrolun altında yanan bir ateşin barınma içgüdünü pekiştirip seni güvende hissettirdiğinin farkına varma. Aynı otoyol duvarlarının, parkların resim gibi işlenmesine, sitelerin balkonlarının, teraslarının eşsiz bahçelere dönüşmesine hayranlık duyman gibi gerçekte ruhunun doğaya hasret olduğunu farketme. Çünkü artık devir gerçeklerin değil “gibi” lerin devridir. Bu “gibi”lerin baş temsilcisi de medyadır.
Mesela şık dergiler uzak bir ülkedeki yaşantıyı öyle bir anlatırlar ki, nerede hangi saatte ne yapılıp, hangi saatte ne yenileceğine kadar talimatlarla seni kurgularlar. Sahte bir düş dünyasını gerçek gibi sunarak çevrende olan tüm sorunların benzerinin, sunulan o hayal bahçesinde olmadığına inandırırlar. Aynı sen burada metrobüs kuyruğunda ezilirken bir İsveçlinin mistik ve gizemli İstanbul sokaklarını pazar ekinden okuması gibi. Medya için önemli olan, senin yaşadığın çevrenin sorunlarının çözülüp benzer iyi şartların oluşturulması değil büyüteç altına alınan yerin ya da konunun cezbedici hale getirilip kötü noktaların büyüteçle perdelenmesidir. Parayı kaç taksitte ödeyeceğine değil satacağın cakaya heveslendirirler.
Medya, gereklilik olarak sunulan hayal dünyasının senaristleri ve tüketim ekonomisinin “bitmemek” argümanının bekçileridir. Oysa ki bitmeyen her şey değersizdir. Roland Barthes’in dediği gibi medya her zaman iki çelişkin yol izler: bir yandan çılgın bir barok biçemi yardımıyla doğadan kaçar, (köstebek misali süslü metroyla yolculuklarımız gibi) bir yandan da acayip bir yapmacıklıkla onu yeniden kurmaya çalışır. (TV’de kamp ateşi, balkonda bahçe gibi…) Öte yandan medya beslendiği “bilinçli” kitlenin tepkisini çekmemek için, siyasi, ekolojik, ekonomik sorunlardan kaçış yolu olarak da STK’ları destekliyor gözükerek sınıfsal mücadelesi vicdani rahatlamaya indirgenmiş kitleler yaratır. Böylelikle sen kullandığın pet şişenin % 95’inin doğaya karıştığını düşünmeden, sağa sola asılmış pet şişelere, engellilere sandalye için mavi kapakları atarak rahatlarsın. Oysa ki esas olan, tüm medya yayınlarının kör ve sağırlaştırmak için değil gerçek körler ve sağırlar için de yapılmasıdır ama bu maliyetlidir.
Gökhan ÇELEBİ