Sistemi kolluyorum, öyleyse varım
Seni kendi lehine, sana da hiç sormadan izlenceleyen bir sistemle yeryuvarına gözlerini açıp, o sistemin içinde paslandıktan sonra yok olmak ne adi mesele, değil mi? Öyle arsız bir hasım ki bu, on kişiden en az beşini yaşamının bir devrinde kesinlikle anarşist eder, kendine sövgüler yağdırır ve bir gün, kuşkusuz, yıkılmakla tehdit edilir. Pekiyi, bugün bu hasımdan, nam-ı diğer sistemden yakındığın aşağılık meseleleri senin lehine bir sonuca düğümlemek için ne yaptın? Sisteme, ölümcül yumrukları indirmekte sahiden kararlı mısın? Sistem olmadan süreceğin yaşam tarzının, sana istemi aratmayacağından ne denli eminsin? Yiyor mu o kara gözün? Sistem yıkıldıktan sonra kendini gerçekleştirmesi hayli yüksek ihtimalleri imajine edebiliyor mu ışıl ışıl beynin?
Bak buraya… Sana, bana baktığında ardımı görebileceğin kadar saydam yaklaşacağım… E sızlanmayacaksın hemen, biraz batacak!
Birisi sistemi senden aşırırsa elinden lolipopu alınmış veletler gibi ağlarsın. Sen, şu her şeyi idare eden, “her şeyi gören ve bilen”, bir türlü kan kaybedeceği yerden vurulmamış sistemi, aksadığı zaman düzeltmek için şirketlere ağlarsın. Sen adil ve gerçek bir sistem yaratmayı amaçlamıyorsun, amaçlasan ve elde etsen dahi nasıl devam edeceksin? Edemezsin. En temel ihtiyaçlara değinerek başlayıp lükslerimize kadar uzanalım: beslenmeyle girizgahı yapmaya ne dersin? Eminim bundan, kendi ektiğini dahi biçemezsin… Mesela kendi tarlanı süremezsin, keza o tarla da hiçbir zaman senin olmayacaktır; birilerinin tekelinde kalacaktır. Gıda piyasasını yok ettikten sonra ihtiyaç duyulan besini karşılayabilmek için kaçınız avlanabilecek? Doğayı ne kadar tanıyorsun? Onunla ne sıklıkla vakit geçirdin? Geçirdiğin vakti, hangi bilgiyle doldurdun? Kuş vurabilir misin? Her kuşun etinin yenmediğini ezberledin de, örneğin hangi kuşun eti yenmez? Pekala, barınak yapabilir misin? Doğal çimentoyu daha önce duydun mu? Çeşitleri vardır; çeşitleri neler? İklim şartlarıyla vücut ısının arası nasıl? Pardon ya, sen iklimleri tanıyor musun? E, su? Parasını ödediğin su arıtma cihazın olmadan, örneğin, deniz suyunu arıtabilir misin? Hooop, daha ikinci günden sağlık problemleri! Abuk iki lafın belini kırabileceğin emektar eczacın da artık yok, ilaç sanayii yok olan sistemle birlikte gümlemiş, yedi göbek otacı da değilsin, nasıl direncine kavuşacaksın? Sen, sistemsiz ayakta kalabilecek misin? Dur, kendini yok edeceksin! Öyle hemen yitemezsin; sen hem sistemin kölesi hem güdümleyicisi hem kendisisin. Sen günyüzü görmemiş küfürlerle andığın totaliter devletsin. Sen kendini Xbook’ta 5.000 arkadaşına ispatlamanın peşindeyken, yetiştirmekle sorumlu olduğun yan odadaki çocuk, profesyonelce eğitilmiş sapık yapımcılar tarafından sübliminal baskıya maruz kalıyor. Buna izin verdin, çocuğuna karne hediyesi olarak o patolojik video oyununu sen aldın. Çocuğun dingin ve suskun görünüyor, böylece senin zamanını işgal etmiyor, bunu o çocuğun elindeki joystick’in bilinçaltında dolaşmasına borçlusun!
Yaşamının sınırlı, haliyle zavallı bant genişliğini boşa harcayacak bir başka şey daha, porno siteleri. Yüzüne konuşlanmış sahte bir adrenalinle mastürbasyon yaparken, yani bir başkasının seks hayatını izleyip kasıklarını kendi ellerinle baskılayıp arzularını kandırırken, porno için bağır! SANSÜRLENEMEZ! Oysa en temel içgüdünü çoktan yasaklamışlardır senin, bihabersin; yapmak istediklerin hep aklındayken, videodaki o kişi olmayı tutkuyla isterken, buna da hakkın tartışmasız varken, senin de içinde bulunduğun ve istikrarla çanak tuttuğun sistemin, seni eline nasıl mahkum ettiğine bir bak. Bak? Bakar mısın? Hayır. Hiç böyle düşünmedin. Ne diyorduk? PORNOMA DOKUNMA!
Özgürlük yolunda ilerici bir adım atmak istiyorsan, bilgisayarındaki pornoları, DM’den uzun uzun yürüdüğün onlarca insanı çöpe atmanı ve hemen organik bağlarını kuvvetlendirip en az bir partner bulmanı öneririm. Yapamıyorsan, eh, “el mahkum!”, geri dönüşüm kutundan pornoları kurtar, listenden çıkardığın Xbook “partnerlerini” tekrardan ekle, gönüllerini ve iki anadan doğma fotoğraflarını görmek için birkaç tatlı GIF seç, zangır zangır gevşedikten sonra iyi bir menüyü hak ettiğine karar ver ve sistemi ye; zehirsepeti.com’dan o toksik yiyeceğin siparişini ver.
Sistemi yok edebileceklerini düşünen, senin prototipin tüm insanlar, daha üçüncü paragrafta sistemin can sağlığına duacı olmaya başladılar… Bir diğer taraftan da sisteme sövgü sesleri çalınıyor kulaklarıma… İhtiyacınız olan “bir dakikalık nefret molası”nı verin, haydi…
Verdiniz mi? Tamam, o halde devam!
Yaşadığın coğrafya da sıktı haliyle… Aslında gideceğin her yer, geldiğin yerin farklı; ayrıca aynı planı olacak, fakat istilacılar tarafından yüzyıllar önce “kurgulanmış” stratejik bir arazide et parçasından ibaret varlığını sığdırabileceğin pre-fabrik bir ev bulup onun içinde çürümek, dar vizyonunun sana misyon olarak dayattığı en büyük hayal. Var değil mi böyle inziva hayallerin? Seni mevcut konumunda yeterince iyi yaşatmayan sistem, sana pre-fabrik hayalleri pazarlar, ben buna “dikkat dağıtma stratejisi” diyorum, hayallerinin peşinde koşarken seni ardından kovalayan, ensene çok yakın, enselemekte olan sistemi görme diye. Ama yine de istediğin buydu, hayallerinin peşinden koşmak! Dönmemek üzere gitmek! Gittiğin yerden de gitmek! Gitmek ve gitmek! Koş! Kaç! İstediğin oluyor, hayaline pek yaklaştın; çok yakında söylendiğin yurdun yerinde kalmayacak; yerleştiğin her yeri bir şekilde talan edeceksin; vardığın bir sonraki yerde, hiçbir şey kalmamışsa yerli yerinde, doğduğun yere dönmek isteyeceksin ve orası da artık bıraktığın gibi değil; şimdi nereye gideceksin?
Ah… Bu talan da değil senin hatan; yine şirketlerin, kurumsal seçkinlerin halt yemesidir, onlar da keza senin nezdinde eblehtir; o ebleh diye andığın hakim ve etkinlerin makro-iktisat ve jeo-politika alanlarında yüksek lisans derecesi vardır oysa; sen tam olarak neye sahipsin? Baştan savma hazırlanan müfredatı peşinen reddettiği için kurumsal öğrenim hayatından jübileni yaptın, fakat sorun değil, sonuçta senin bir X-flix aboneliğin ve son model tabletin var. Neredeyse tamamsın! X-flix’teki her filmi izledin, değil mi? Nasıl da selam çakmış o yapımlar sisteme! Öyle yapımlar ki bunlar, algın sınırlı da olsa her mevsim tekrar tekrar izlettirirler kendilerini, tıpkı bir görev gibi… Girdiğin her ortamda ezberlediğin repliklerden alıntılarla donatırsın güdük ifadelerini… Tabii bu “donanma” yetmeyecektir hafifsediğin düşmanlarınla çarpışmaya; sanal platformlardaki aboneliklerin ve onlara bağlanmanda aracı cihazlarının yanı sıra, protest duruşunu daha etkin kılmak için doğru saç kesimin, mümkünse gür sakalın, tütünden sararmış dişlerin ve üzerinde aktivizme özgü sloganların yazdığı tişörtlerin var mı?
Elbette ben ofansif defansı geri püskürtürken, sen ekseriyetle sisteme hizmet etmediğini haykırıyorsun. Tabii ya, sisteme hiç hizmet etmedin; sen sadece yanlış yönlendirildin! Yönlendirilmek… Aldanmak… Bunlar hep iyi niyetli olmanın bir sonucu, güzel insan! Temel sistemin ve yaşam anlayışının yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç duyduğun bir duraksama noktasındasındır, o duraksama sırasında bir çıkış yolunun peşindesindir, muhakkak! Maddi ve manevi tüm yolsuzlukları reddettiğini söyleyip dilindeki tüyleri bitirdin, fakat yolsuzlukların varolmasına ve seni silkeleyip senden üremesine izin verdiğini hala kabul etmedin! Vah, tatlı günah keçisi! Uçurumdan mı salladılar seni? Düşmüş bir meleksin sanki… Sen bu gezegeni şekillendiren stratejistlerin oluşturduğu sisteme ve sistemin işleyişine hevesli davranmadın mı? Liderlerini sen seçmedin mi? Bir öteki lideri gömerken, diğerini ilah bellemedin mi?
Tamam… Şimdi de kendini doğanın anaç kollarına, iç huzurun derinliğine bırakmış; zamanında “çok şey yapmış”, çok bedel ödemiş, yeterince kazanmış ve kaybetmiş, öfkemi anlayan ve dahi tanıyan (d)evrim yolu yorgunlarına gelelim… Koca bir şehri tükettikten sonra sıra üzüm bağlarını kemirmekte olan, öğlen yoga – akşam çilingir sofrası rutininde mezesini anılardan yapan eski “yoldaş”lara… Kulağım kaşındı çünkü, yazdıklarıma hak verdiklerini işitiyorum… Yetmiyor: “ulan ne gençler var be!” diyor, derken “ama”sını eksik etmiyor… Bitmiyor: “bak şunu da yap” aklını veriyor! Dönemimde geçerliliği kalmamışsa da, diyor işte, öylesine! Etiğin ve değerin ne olduğunu çözümlemiş, varoluşun temel dinamiğini bütünüyle kavramış; içinde yaşadığı (veya içine dışkıladığı) doğayı çözümlediğinden, hayatın yegane amacının doğayla iç içe kalmak olduğunu söylüyor… Konuyu “boş verin bu işleri” sonucuna bağlamaya çekimser, başında beylik laflar etti ne de olsa… Be eski yoldaş, eski bilmem neci, bilmem neli, bilmem ne-ist! Doğayı anlayışın, onu kavrayışın, kıyısında meditasyon yaptıktan sonra işediğin gölün çevresinde okuduğun mavalı dinlerken gözüm, Zen üstatlarından kesip kendi yüzüne yapıştırdığın sakalındaki kedi tüylerine ilişiyor, ben neden başka hiçbir hayvan türüyle tanışmadığını düşünüyorum? Canım Felis… Pek tatlı ve hadi, yeşillenelim; yaşasın bitkiler, kalk da bonsai yetiştirelim. İşte değer, işte doğa! Oysa kar tanesi içindeki yazılımı bulana kadar doğaya dair cehaletinle bir başınasın. Türünün tanımlamaya yetmediği doğa, daireler kullanarak bir kare üretebilir, dik açılar oluşturabilir, bu geometrik düzlemleri dahilinde kusursuz bir yanıttır; bu doğa, hem makro hem mikro ölçekli, alabildiğine eklektik kapasitesiyle, kendisinden faydalanabileceğin bir hak iken, onu layığıyla görene kadar varlığının anlamsızlığıyla yapayalnızsın. Diline pelesenk değerlerin ve aradığını iddia ettiğin anlayışın en derin sırları, sabah yogası için erken kalktığın her gün doğrudan senin gözüne bakarken, sen gözlerini devirdin. Elementlerin herhangi birini inceleyerek her şeyin sırrını öğrenebilirdin; fakat üşendin. Kar, giriş kapının önünü kapattığı için hunharca küreklerken, neredeydi peşine düştüğün anlayış? Doğanın yarattığı her şey, çok kurcaladığın varoluşun ve hakkında maymundan ötesine gidemediğin evrimin şifrelerle gizlidir ve bu şifreleri çözmek için aslında cevaplarla çevrilisin; onları görmedin, hala görmüyorsun, çünkü sınırlı ömrün boyunca yanlış sorular sordun; ne sorduğunu da ne sorguladın ne sorgulattın; hiç sorgulanmayacaksın sandın… Yine yanıldın.
Sistemin sürdürülebilirliği için zihinsel olarak kısırlaştırılmış sana yumuşak ifadeler kullanmadıysam, özür falan dilemeyeceğim. Bazı ciddi fedakarlıklar yapmaya istekli değilsen ve sistemin bel kemiği olan şirket ağlarına karşı yaptırımların nasıl uygulanacağını iyi bir şekilde öğrenmezsen hiçbir şey değişmeyecek. Fakat senin için ne kadar önemi olduğunu söylüyorsan, o kadar önemi yok. Sen bu sistemi seviyorsun. Her gün onun için döne döne pozisyon değiştirmekten memnunsun. İlk başta sistemle arandaki ilişkinin gelip geçici, hormonal bir aşk olduğunu düşündüm, ama hayır, bu gerçek sevginin ta kendisi. Tüm varlığınla onunsun. Onun faydası için kendini zarara sokarsın. Yaptığın her şey onu destekledi. Yaptığın her şey onun varlığını sürdürecek. O yüzden şimdi aynaya bak ve usulca seslendir;
“ben… sistemi… seviyorum.”
Öykü ARICA