Tek kareye sığan Gazi Mahallesi
Aradan geçen 22 yıla rağmen Gazi Mahallesinde kontrgerilla saldırısıyla başlayan ve Ümraniye 1 Mayıs mahallesini içine alan katliam hafızalarımızdaki canlılığını koruyor. 12 Mart 1995 tarihinde, Alevilerin yoğun olarak gittikleri kıraathanelerin İsmetpaşa Caddesi boyunca ilerleyen bir taksinin içindeki tetikçiler tarafından otomatik silahlarla taranması neticesinde onlarca insan yaralanmış, taranan kıraathanelerden birinde Halil Kaya isimli yaşlı bir insanın hayatını kaybetmesi halkın biriken öfkesinin patlamasına yol açmıştı. Politik duyarlılığın güçlü olduğu, kuruluşundan itibaren devrimci-sosyalist güçlerin faaliyet gösterdiği bir yaşam alanı olması nedeniyle devletin çeşitli gerekçelerle saldırganlığına maruz kalan Gazi halkı o gün haklı olarak saldırının ardından tepki amaçlı taranan kıraathaneler ile Cemevinin önünde toplanmış, saldırıdan devletin kontrgerillasını sorumlu tutmuştu.
12 Mart akşamına gelene kadar 90’lı yılların sistematik baskı politikalarından nasibini fazlasıyla alan, gözaltılar tutuklamalar, işkence ve katledilmelerle örülü çok yönlü sorunla muhatap olan mahallede yılların getirdiği bir birikim söz konusuydu. Devleti zor araçlarıyla tanıyan, kendisine potansiyel suçlu gibi yaklaşılan, muktedirlerin ‘gecekondulardan gelip boğazımızı kesecekler’ diyerek hedef gösterdiği yoksul bir yaşam alanında, halkın biriken öfkesi, kontrgerilla saldırısına tepki amaçlı sokağa dökülmesine neden oldu. Egemenlerin yok etmek istediği dayanışma bilinci ve kültürü, 12 Mart akşamı ete kemiğe bürünmüş, halk birbirinin yarasını sarmak için yan yana gelmişti. Daha saldırının duyulmasıyla birlikte kondularından çıkan insanlar ‘artık yeter’ diyor, hedef alınan ‘biziz’ düşüncesiyle akın akın İsmetpaşa Caddesine gidiyordu. Halkın, Cemevi önünde toplanması nedensiz değildi. Mahalle halkının çoğunluğu Alevi inancına mensuptu. Toplandıkları, inşası süren Cemevini, yoksulluktan artırdıkları ile imece usulü yaparken, yıkım tehdidine karşı günlerce temelinde yatarak onu savunmuş, anılan tehdit sürdüğü içinde ibadethaneleri konusunda hassasiyet günceldi.
ÇETE-POLİS-SİYASET ÜÇGENİ
12 Mart 95 akşamı kıraathanelerin taranması ile başlayan olağanüstü süreç, Susurluk’ta ortaya saçılan çete-polis-siyaset üçgenine daha doğrusu devletin uygulamaya koyduğu kanlı katliam pratiğine konu olacaktı. Gazi’de katleden devlet, direnen halktı. Cemevi önünde toplanan halka bu defa da resmi polis araçlarından açılan ateş saldırının organize olduğunun ilanıydı. Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarını deneyimleyen halkın bu noktadan sonra yaşam alanını savunmaktan başka bir seçeneği kalmıyordu. Gittikçe tırmanan saldırının son bulması, cenazelerin verilmesi, yaralıların tedavilerinin yapılması, sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve saldırı amaçlı mahallede bulunan kolluk kuvvetlerinin geri çekilmesini talep eden ve meşru temelde yaşam alanını savunan halkın makul taleplerine verilen cevap; daha fazla kan dökerek, yeni Maraş ve Sivaslar yaratma tehdidiydi.
2 TEMMUZ 1993
22 yılın ardından üzerinde ne kadar durulduğundan bağımsız anılan tehdidin halkın katliam karşısında günlerce cansiperane direnmesinin nesnel arka planı olduğunu vurgulamalıyız. 2 Temmuz 1993 yılı tarihinde, Pir Sultan Abdal etkinliğinde, Sivas Madımak Oteli’nde kuşatılan, 8 saat boyunca kurtarılmayı bekleyen ve katliam için organize edilen Türk-İslam sentezci ve mezhepçi gerici odaklar tarafından hunharca katledilen insanların acısı belki de en fazla Gazi’de yaşayan halkın yüreğini yakıyor, 2 yıl önce Sivas’ta, ‘Kızılbaş kafirleri yakmak’ için devlet eliyle örgütlenen Alevilere yönelik katliamın, 2 yıl sonra Gazi’de tekrarlanacağı öngörüsü, genç-yaşlı halkın günlerce direnmesinin başlıca etkeni oluyordu. Halkın deneyimlediği öngörüsü ne yazık ki topyekûn saldırganlıkla somut bir vaziyet aldı. Sivas’ta yakan muktedir güç, Gazi ve Ümraniye 1 Mayıs mahallelerinde tüm dünyanın gözü önünde, kurşunlar yağdırarak, sokakları işkencehaneye çevirerek, katlediyordu.
GAZİ, SİVAS KALİAMI’NIN DEVAMIYDI
Gazi, Sivas katliamının devamıydı. 2 Temmuz 93 tarihinde, faşist-mezhepçi sivil kuvvetler üzerinden örgütlenen Alevi katliamının 2 yıl sonra bu defa resmi kuvvetler eliyle hedefine ulaştırılması aşamasıydı. Gazi’nin demografik yapısını, hedef açısından kırılgan özelliğiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Mahallede özellikle Sivas’tan göç eden Alevilerin genel toplam içinde en kalabalık orana sahip olması dikkate değerdir. İtikadi değerlerine sıkı sıkıya bağlığın bedelini her tarihsel kesitte ödeyen, Osmanlı döneminde katliamlara uğrayan, Koçgiri ve Dersim’de ‘tedip-tenkil ve tehcir’ politikasıyla toplumsal bütünlüğü ciddi anlamda tahrip edilen, baskın mezhebi otoritelerin hışmını her defasında üzerine çeken ve asimilasyona karşı direnç noktaları yaratarak direnen halkın 90’lı yıllara uzanan sarsıcı tarihi kolektif hafızanın sanılanın ötesinde dipdiri olduğunun ifadesiydi.
Sivas’tan Dersim’e uzanan coğrafyayı kadim Alevi yurdu haline getiren tarihsel gelişmeleri verili bağlamı içinde aidiyet duyulan, geçerli toplumsal kimlikle birlikte değerlendirmeliyiz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze, bölge halkını ‘sakıncalı’ gören, ‘nifak odağı’ olarak değerlendiren ve ‘Safevi tehdidi’ algısıyla ötekileştiren bir devamlılıktan bahsediyoruz. 2 Temmuz 93 tarihinde, kışkırtılan güruhların örgütlü katliamına dönüşen ‘Alevi nefreti’ hangi bakış açısının ürünüyse, 12 Mart 95 tarihinde, Gazi’de, halka yönelik sistematik saldırıya koşullanan zihniyet aynıydı. Her iki bağlantılı katliam Anadolu’yu Alevisizleştirmenin adıdır, mevcut toplumsallığın muhalif karakterini silmenin ve korku paradoksu altında teslimiyet göstermesinin istendiği projenin 90’lı yıllara uyarlanan yüzüdür. Aralarındaki nitel tek fark; Sivas’ta ‘kurtarılacaklarını’ düşünen canların yaşadığı hataya Gazi’de düşülmemesidir. Ağır bedel ödemek pahasına burada direniş olgusu gelişmeye rengini vermiştir.
‘DÖNEN DÖNSÜN, BEN DÖNMEZEM YOLUMDAN!’
12 Mart akşamı başlayan katliam saldırısı ve halkın direnişi önce İstanbul’un diğer mahallelerini etkisi altına aldı sonra ülke genelinde büyük protesto yürüyüşlerine dönüştü. Ümraniye- 1 Mayıs Mahallesinde de halk tıpkı Gazi’de olduğu gibi kurşun sağanağı altında direnişe geçti. Dönemin iktidarı, teyakkuz halinde Alevilere saldırırken, beklemediği oranda büyüyen direnişi bastırmamanın zorunluluğuyla geri adım attı, 3. günün ardından katlettiği insanların cenazelerini ailelerine teslim etti ve aracılar vasıtasıyla halkın patlayan öfkesini soğutmanın yollarını aradı. 12-15 Mart 95’ günleri arasında barikatların ardında dalga dalga yayılan tok ses; ‘ölmek var dönmek yok!’ şiarıydı. Pir Sultan Abdal’dan öğrenilen öğüt oldukça anlaşılırdı; ‘dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!’
Gazi halkı sonraki yıllarda da değişen iktidarların hemen hepsinin üzerinde mutabık kaldığı ‘potansiyel tehdit unsuru’ olarak görülmeye devam etti. Gazi, iktidarların ‘toplum mühendisliğine’ hizmet eden operasyonel politikalarında, ‘sopanın’ gösterildiği başlıca alan oldu. Türkiye yakın tarihini irdelenirken, gerici iktidar kliklerinin Gazi mahallesi üzerinden Alevi hazımsızlığını sürekli güncellediklerini görürsünüz. Bununla birlikte devrimci-sosyalist dinamiklere dönük tasfiye politikaları buradan doğru geliştirilen saldırılara konu edilir.
YOBAZLARIN FETİHÇİ DÜRTÜLERİ
Aradan geçen 22 yıl artıları eksileriyle mahallede temel bir dizi değişime zemin hazırladı. 22 yıl önce gecekondu ağırlıklı ve demografik açıdan daha homojen bir yerken, bugün kentleşme olgusuna göre kabuk değiştiren ve ciddi anlamda nüfusu artan bir yaşam alanı haline geldi. Artık, Gazi dediğimizde, tek bir mahalleden ziyade 4 hatta 5 mahallenin toplamına işaret ediliyor. Ancak tüm yetmezliklere rağmen Gazi halkı halihazırda muhalif kimliğini korudu. Hapishaneler direnişini sahiplenme de, NATO protestolarında, Alevi mitinglerinde, emekçilerin hak taleplerinde, Gezi direnişinde ve Suriye vatan savunmasıyla dayanışmada iktidarları korkutan, muhalefet alanına güç veren aktif tavrını konuşturmasını bildi, ön açıcı oldu. Burjuva basına ‘burası Gazze değil Gazi’ manşetleri attıran direnişçi kimliğiyle adından sıkça söz ettiriyor. Gazi, 15 Temmuz sınırlı darbe girişiminin akabinde kapışan iktidar kliklerine eşit mesafede olan halk gerçekliğine rağmen mezhepçi yobazların ‘fetihçi’ dürtülerle basmaya yeltendiği, çil yavrusu gibi dağılıp, arkalarına bile bakmadan kaçıştıkları mahalledir.
GAZİ ŞEHİTLERİNİ ANMAK İSTEYEN HALKA DÖNÜK TOMA VE ZIRHLI POLİS ARAÇLARIYLA SALDIRI
Gazi katliamının 22. yıldönümünde şehitlerini anmak isteyen halka dönük TOMA ve zırhlı polis araçlarıyla yapılan saldırı egemenler cephesinde değişmeyen yaklaşımın yansımasıdır. Anma yürüyüşlerine daha önceki iktidarlarda pervasızca yaklaştı, gözaltı terörü ve kuşatma altında törenler düzenlendi. Halkın yabancısı olmadığı hazımsızlık bu yılki anmada da yüzünü gösterdi. Bu defaki saldırganlık başkanlık referandumu öncesi yaratılan suni Hollanda krizinin vuku bulduğu gün gerçekleşti. İktidarın sözcüleri ardı ardına ‘Hollanda’ya korsanvari giriş yapan bir bakanın ‘sınırdışı’ edilmesine, Rotterdam’da toplanan yandaş kitleye yapılan ölçülü müdahaleye’ atıf yaparak, ‘insan hakları, faşizme karşı olma ve demokrasi’ söylevlerine sarılırken, iktidar aynı saatler içinde, Gazi anmasında, şehit aileleri, PSAKD Gazi Şehitleri Cemevi ve mahalle muhtarının çağrıcı olduğu anma yürüyüşünü gaz bombaları, tazyikli su ve TOMA’larla engellemeye çalışıyordu. Sözüm ona Avrupa’yı ‘demokrasiye’ davet ederken, pişkinlik örneği tutum sergileyerek, Gazi’de hayatını kaybeden insanları anmak isteyen kitleyi zor kullanarak dağıtmanın telaşı içinde oldular.
İKİ KOLUNU AÇARAK, TOMA’NIN ÖNÜNE DİKİLEN
Katliamın 22. yıldönümü vesilesiyle mahalleden yansıyan fotoğraf kareleri içinde bir tanesi koskoca 22 yılın özetini tek bir kareye sığdırıyordu. Polisin kitleye saldırısının başlamasıyla birlikte buna engel olmak isteyen, iki kolunu açarak, TOMA’nın önüne dikilen, ‘yeter artık zulmünüz’ diyen kişi, ablası Dilek Şimşek’i Gazi katliamında kaybeden ve kendi de bu katliamda ablasının yanı başındayken yaralanan Erkan Şimşek’ti. 18 yaşındaki ablası gözlerinin önünde vurularak katledildi. Erkan ablasını hedef gözeterek vuran ve kendisini yaralayan polisleri görmüştü, Trabzon’a kaçırılan Gazi davası boyunca duruşmaların takipçisi oldu, ateş açanları teşhis ettiği halde, ‘adalet’ yerini bulmadı. Şimşek ailesi gibi diğer ailelerde adalet aramaktan ve zulme hayır demekten hiç vazgeçmedi.
O KAREDE KAYBETTİKLERİMİZ
Erkan’ın TOMA önünde duran fotoğrafına bakarken, 1 Mayıs mahallesinde, eşi Genco Demir’i kaybeden Aynur ablanın o tarihte yaşları küçük olan çocuklarını hem analık hem babalık yaparak büyütmesini, 16 yaşında katledilen Sezgin Engin’in nice zorluklar yaşayan ailesini, katledilen Fadime Şimşek’in kızı Müşerref kardeşimizin mücadelesini gördüm. Onurlu insanlarımızın kaybedilen canların ardından dinmeyen matemini, döktükleri gözyaşlarını ve ‘Yezide lanet’ diyen öfkelerini gördüm. O karede katliamda kaybettiğimiz; Halil Kaya, Hasan Gürgen, Ali Yıldırım, Mehmet Gündüz, Dinçer Yılmaz, Zeynep Poyraz, Dilek Şimşek, Sezgin Engin, Genco Demir, Fevzi Tunç, Fadime Bingöl, Reis Kopal, Mümtaz Kaya, Hakan Çabuk, İsmihan Yüksel, İsmail Baltacı, Hasan Puyan’ı gördüm.
Gazi- Ümraniye şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum!
Ferhat Aktaş