Son Dakika Haberler
sesso video gratis porno gratis

Veli BEYSÜLEN: Sakatlanan temsili demokrasi

Veli BEYSÜLEN: Sakatlanan temsili demokrasi
Okunma : Yorum Yap

SAKATLANAN TEMSİLİ DEMOKRASİ VE SEÇİMLER!

Veli BEYSÜLEN yazdı:

Birkaç gün önce yurttaşlar İstanbul-Kadıköy Meydanı’na, “Kilosu 30 TL olan soğana sakın oy verme!’ şeklinde bir bilboard yerleştirdiler. Bu Türkiye’nin çok alışık olmadığı bir etkinlik türü olmakla birlikte demokrasi açısından üzerinde düşünülmesi gereken etkinliktir. Zira ülkenin hızla 14 Mayıs 2023 seçimlerine doğru gittiği bugünlerde, bir tarım ülkesi olan Türkiye’de mutfakların vazgeçilmezi soğanın kilo fiyatının 10 lira seviyesinden birdenbire 30 liraya fırlaması vatandaşı çileden çıkardı ve bir grup yurttaş zekice bir protesto yöntemi ile 21 yıldır ülkeyi yöneten iktidarı protesto etti. 
 
Doğrusu bu etkinlik, iktidarı protesto eden bir etkinlik olmanın ötesinde demokrasinin ne olması gerektiği yönünde dersler içeren bir etkinliktir. Zira demokrasi, ne muhalefetin, “Bekleyin sandık gelsin, biz seçimi kazanıp bu yönetime son vereceğiz.” dediği gibi sadece sandıkla sınırlı ne de iktidarın, “Sandıktan ben çıktım, milli iradeyi ben temsil ediyorum.” diyerek tüm demokratik kanalları kapattığı sistemdir. Demokrasi, insanlığın yüzyıllardır verdiği mücadeleler sonucu kazandığı haklar bütünüdür. Demokrasinin vazgeçilmezi haklardan birinin kullanılamadığı veya çoğunluğu elinde tutan iktidarın, azınlıkta kalan muhalefete mensup genel (parlamento) ve yerel (Belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği) kamu birimlerinde görev yapmak üzere halk tarafından seçilmişleri çalıştırmadığı, onlara görev yaptırmadığı ya da onları görevden aldığı ve yerine kendi memurunu atadığı sistemin adı demokrasi değildir. Yani çoğulculuğun yok sayıldığı çoğunlukçu yönetim anlayışının hatta onun başındaki tek kişinin söz sahibi olduğu sistemin adı demokrasi değil, olsa olsa otokrasi olur. 
 
Evet, Türkiye tüm anti-demokratik uygulamaların iç içe geçtiği tek adam yönetimi altında, 14 Mayıs 2023’te tarihinin en kritik seçimine gidiyor. Maalesef ülke bu seçimlere ancak %50+1’le kazanılması mümkün olan tek adam yönetiminin yanı sıra, %10’dan %7’ye düşürülmüş olsa da halen oldukça yüksek olan ülke barajından dolayı ülkeyi yönetme iddiasıyla yola çıkmış olan farklı siyasi düşüncelerin her birinin dünya görüşü doğrultusunda hazırladığı kendi programı ile seçime girmesinin mümkün olmadığı bir seçime gidiyor. Dolayısıyla bu seçim, benzemeyenlerin bir araya gelme zorunluluğu ile oluşturdukları ittifakların yarıştığı karmaşık bir seçimdir. Halbuki siyasi partiler temsili demokrasinin aracıdırlar. Bu anlamda siyasi partilerin, temsili demokrasinin pratik uygulamalarında sistemin karşılaştığı zorlukların aşılmasında kolaylaştırıcı rolleri vardır. Zira herparti temsil ettiği kesimin taleplerini masaya taşıyabilme potansiyeline sahiptir. Böylece, kurulan masada yapılan tartışmalarda farklı siyasi talepleri ve konumları ile uzlaştırıcı bir rol üstlenirler.
 
Elbette siyasi partilerin birincil işlevi temsildir. Bu temsil sürecinde her bir parti, devlet mekanizmasını hazırladığı program çerçevesinde yönetmeye taliptir. Bu süreçte hazırladıkları programın kitlelerden aldığı destekle iktidar olan siyasi parti, devlet mekanizmasını kendi politik tercihine uygun dizayn ederken, muhalefette kalan partiler ise demokrasinin işletilmesi ve iktidarın toplumun genelinin, özellikle dezavantajlı kesimlerin korunmasına yönelik uygulamaları hayata geçirmesi için fren ve denge mekanizması olarak görev yaparlar. Buna demokrasiyi güvenceye almak denir.
 
Türkiye, yukarıda kısaca değindiğim nedenlerle bu seçime özel olarak, her siyasi partinin kendi programı ve vaatleri ile seçmenin karşısına çıktığı bir seçim süreci yaşamıyor. İktidar blokunun bir bütün olarak toplumun fay hatlarını kaşımasının yol açtığı kutuplaşmaya ek olarak ülkeye dayatılan ve ancak %50+1’le iktidar olunabilecek tek adam sisteminden dolayı, seçim öncesi ittifaklar ve ittifak partilerini kapsayan ortak listeler oluştu. Bir başka deyişle gerçek bir demokraside olması gerektiği gibi, her partinin kendi programıyla seçmen karşısına çıkmasının önü kapalı. Maalesef bu sistem aynı zamanda her partinin kendi kadrosu ile seçim yarışına girmesinin önünü de kesmektedir. Bu, temsili demokrasiyi sakatlayan bir durumdur. Bu nedenle, temsili demokraside herhangi bir parti iktidar olabilecek gerekli parlamento çoğunluğunu sağlayamadığında, seçimlerden sonra parlamento zemininde yürütülmesi gereken koalisyon görüşmeleri ve bu görüşmeler sonucu imzalanacak protokoller seçim öncesi yapılmak zorunda kalındı. Elbette bu durum, seçmenlerin siyasi tercihlerinin tam olarak parlamentoya taşınmasını engellemektedir. Zira seçmen, programını tercih ettiği ve oy vermeyi düşündüğü partinin, ittifak yaptığı başka partinin aday listesinde yer almasından dolayı tercih etmeyi düşünmediği partiye oy vermek zorunda kalmaktadır. Kaldı ki tüm bunlar, her patinin en azından üyeleri arasında temayül yoklaması veya önseçim yapmasının önünü kesiyor ve şeffaf olmayan pazarlıklarla nerede, nasıl belirlendiği belli olmayan aday listelerinin seçmenin önüne konmasına yol açıyor.
 
2023 seçimlerini daha önceki seçimlerden farklı kılan birçok koşul var. Bu koşulları doğru okumakta ve anlamakta yarar var. Elbette bu siyasi parti yönetimlerinin, eksik ve yanlışlarını görememek ve eleştirmemek anlamına gelmemeli. Ancak bunun yerinde ve zamanında yapılması esas olmalıdır. Zira doğru zamanda ve doğru yerde yapılmayan eleştiriler, seçimlere endekslenmede zaaf yaşanmasına yol açacaktır. Türkiye, yukarıda kısmen aktarmaya çalıştığım nedenlerin yanı sıra, 24 Haziran 2018 seçimleri ile yürürlüğe konmuş olan yeni yönetim sisteminin yol açtığı yönetememe krizinden dolayı birçok krizi bir arada yaşıyor. Tek adam yönetiminin ülkeye dayatılmasıyla yasama ve yargı denetiminin olmadığı, ekonomik kararların kurumsal akılla alınamadığı, dezenformasyon ve illüzyonla toplumun gerçekleri görmesinin engellendiği ülkede seçimlerin normal demokratik işleyiş olarak gerçekleşmesi maalesef olanaksız.
 
Ne yazık ki, ekonomik kriz, yüksek enflasyon gibi sorunların üstüne, 11 ili vuran 6-7 Şubat depremleri sürecinde devletin organize olamaması ve depreme müdahalede gecikmesi bardağı taşıran son damla oldu. Tüm bunlara ek olarak 21 yıllık iktidarın, özellikle son on yıldır en basit demokratik hakları polisiye tedbirlerle bastırması, uzlaşıdan uzak kutuplaştırıcı söylemlerle siyasetçileri, sendika ve meslek örgütü yöneticileri ile aydınları, bilim insanlarını ve sanatçıları hedef alması, iç ve dış yargı mercilerinin kararlarını tanımaması ve uygulamaması gibi seçmenin kararını etkileyecek birçok neden var.
 
Sanıyorum gerek ülkeyi yönetenlere gerekse muhalefete demokrasinin sadece siyaseti değil, toplumsal hayatın başka alanlarını da kapsayan bir süreç ve bir işleyiş biçimi olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Örneğin; örgütlenme engellendiğinde toplumun hak ve menfaatleri ortak olan sınıf ve katmanları örgütlenemezler. Örgütlenemeyen bu sınıf ve katmanlar, taleplerini demokrasi içinde dile getiremezler. Elbette bu durum ekonomik alanın bir bütün olarak demokratikleşmesinin önünü kesmektedir. Dolayısıyla ekonomik karar mekanizmalarına toplumun değişik kesimlerini temsilen katılımın sağlanmaması demokratik işleyişi engellemektedir. Kısacası toplumun geneli adına katılım sağlanmayan ekonomik karar alma süreçlerinde, insan hayatını derinden etkileyen piyasa sadece sermaye ve mülk sahiplerince belirlenir.
 
O zaman demokrasi, seçmenlerin yasalarla belirlenmiş süre olan dört veya beş yılda bir kullandıkları oylarla seçtikleri parlamentodan, partilerden ve partilerin boş vaatlerinden ibaret değil. Asıl demokrasi, hayatın içinde, gündelik hayata dair taleplerin karşılanıp karşılanmamasındadır. Demokrasi, siyasi partiler, parlamento, sandık üçgeninden çıkıp yurttaşların yurttaşlık bilinciyle hareket ettikleri, yerelde ve genelde örgütlendikleri, taleplerini dile getirdikleri, seslerini duyurdukları, karar alıcılara ulaşabildikleri ve çözüm önerilerini onlara aktardıkları yani çözümün parçası olduklarında gerçek demokrasi olacaktır. Kısacası gerçek bir demokrasi için yurttaşı sürece katmak ve onun kendisini sorumlu hissetmesini sağlamak esas olmalıdır. Demokrasi, yöneten-yönetilen karşılaşmasında yönetilenin örgütlülüğü ile yönetene karşı geliştirdiği etkin mücadelesinin siyasi otorite üzerinde baskı kurduğunda ve onu uzlaşıya zorladığında anlamlıdır. O zaman yurttaşı seçimden seçime hatırlamak, 4 veya 5 yıl olan iki seçim arasında “Siz evinizde oturun biz hallederiz.” demek gerçek demokrasi değildir.            
 
Maalesef örgütlü mücadele, AKP iktidarı döneminde, özellikle de son on yılda ağır yara aldı. Gezi olaylarından günümüze uzanan süreç, baskının dozunun artarak devam ettiği bir süreçtir. Medyaya yönelik baskılar, sansür kanunu, toplantı, gösteri ve yürüyüşlerin engellenmesi, grevlerin, gençlik festivallerinin hatta konserlerin yasaklanması, iktidarın insanları bir arada görmeye tahammülsüzlüğünün had safhaya ulaştığının göstergesidir. Halbuki demokrasinin sürekliliği için siyasi katılımın, hak mücadelesinin, vatandaşların, hatta vatandaş olmayanların taleplerini dile getirebildikleri kanallar mutlaka açık olmalıdır. Siyasi temsili partilerle sınırlı tuttuktan sonra partileri toplumdan koparmak demokrasiye tuzaktır. Demokratik mücadelenin olmazsa olmazı olan örgütlü toplumun diğer mücadele araçlarını yok ederek, onu yalnızca partilere mecbur bırakmakla demokrasi tam olarak işlemiyor. O zaman, yerel siyaset ile sendikal hareketi güçlendirmek gerekiyor. Bu seçimin gerçek demokrasiye gidişin kanallarını açan bir sonuç vermesi için herkes üzerine düşeni azami bir şeklide yapmakla mükelleftir. Dilerim bu seçimler, gerçek bir demokrasiye giden yolun başlangıcı olur!

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)