Son Dakika Haberler
sesso video gratis porno gratis

Veli BEYSÜLEN: Seçim mi, savaş mı?

Veli BEYSÜLEN: Seçim mi, savaş mı?
Okunma : Yorum Yap

SEÇİM Mİ, SAVAŞ MI?

Veli BEYSÜLEN yazdı:

Türkiye son yıllarda ötekinin haklarını kullanmaması üzerine oturtulmuş bir düşünce tarzının çok yüksek perdeden topluma dayatıldığı bir süreci yaşıyor. Bunun temel nedeni toplumun milliyetçi muhafazakâr yapısıdır. Bu yapıdan cesaret alan siyasi aktörlerin önemli bir kısmı öteki söylemini varlığını sürdürmenin aracı olarak kullanıyor. Ne acıdır ki, 1970’li yıllarda başlayan, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin karanlığından geçerek bugüne ulaşan Türkiye’de Türk-İslam sentezi üzerine oturtulan eğitim sistemi ile tek millet, tek din, hatta tek mezhebin çocukluktan itibaren insanların beynine şırınga edilmesinin ülkeyi getirdiği nokta, tek kişiye dayanan otokratik yönetimle yönetilmektir.   

21 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı da özellikle 2011 yılında başlayan ve meclis çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren dozunu arttırdığı bir şekilde ötekileştirme ve düşmanlaştırma dili kullanıyor. Üstelik AKP bu dili kullanmakta yalnız da değil. Zira iktidarın diğer ortağı MHP de aynı dili kullanıyor. Şimdi ülke hiç olmadığı kadar hayati bir kavşakta bulunuyor. 2002 yılında mevcut statükoya karşı söylemleri ile kitleleri peşinden sürükleyerek iktidar olan AKP, devletin müesses nizamına uyum sağlamış olmanın avantajını kullanıyor ve gücün temsilcisi kabul edilen liderine sağlanmış olan tek adam yönetimiyle otokrasiyi kurumsallaştırmayı hedefliyor.
Erdoğan muhalefetin her eleştirisine karşı, “Bakın şunu yapacaklar” demek suretiyle söylenmemiş şeyleri söylenmiş gösteriyor. Cami avlusunda miting düzenliyor ve Diyanet İşleri Başkanlığını kaldıracaklar diyerek muhalefeti yuhalatıyor. Muhalefetin operasyonlara, hukuksuz tutuklamalara yönelik eleştirilerine, “Bunlar iktidara gelirlerse teröristleri, Selo’yu, Apo’yu serbest bırakacaklar.” diye yanıtlıyor. KHK’lılarla haksız yere işten çıkarılmış olanlar işlerine iade edilecek ve kayyım faciasına son verilecek sözlerine, “Devleti PKK ve FETÖ ile dolduracaklar.” cümlesini sarf ediyor. İnsan haklarını koruyup geliştireceklerini söylediklerinde ise, “Bunlar aile kurumunu yok edip herkesi LGBT’li yapacaklar.” diye karşılık veriyor.

Geçmişte darbe yapmakla eleştirdiği generallerin üniformasını giyerek güç gösterisi yapıyor. Patates soğan fiyatlarının artmasını merkeze koyan hayat pahalılığı eleştirilerine, silah gösterileriyle karşılık veriyor ve “Biz vatan savunması yapıyoruz.” diyor. Mitingde “Ben biliyorum siz liderinizi patates soğana kurban etmezsiniz.” diyerek ülkede tek sorunu patates soğan pahalılığıymış gibi göstermeye çalışıyor. Bir de dış güçler masalı var. Türkiye’yi engellemek isteyen küresel şer güçlerle muhalefet iş birliği içindeymiş. Alimallah İktidar olurlarsa ülkenin bağımsızlığı tehlikeye girermiş. Bununla da anti-emperyalist olma iddiasını pekiştiriyor.
 
2002 yılındaki seçimlerde ANAP, DYP gibi iki merkez sağ partinin yüzde 10’luk seçim barajına takılması sonucu yüzde 34 oy alan ve parlamentonun üçte iki çoğunluğunu eline geçirerek iktidar olan AKP, başlangıçtaki “muhafazakâr” söylemini siyasal İslamcı bir çiziye oturtan AKP, cumhuriyetin temel kurumları arasında yer alan üniversiteler, ordu, bürokrasi, yargı, güvenlik güçleri gibi kurumları kendi ideolojik yaklaşımına uygun bir biçimde tasfiye edip dönüştürmeye çalıştı.

AKP, medyayı da çeşitli yöntemlerle iktidar yanlısı bir konuma getirdi. “Yandaş medya” kanalı ile toplumu kendi “kültürel hegemonyası” çerçevesinde etkiledi. Öte yandan demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayarak otoriter ve faşizan bir rejimi inşa etmeye çaba gösterdi.

Erdoğan dahil iktidar bloku sözcülerinin öfke ve nefret saçan söylemleri sokakta yankı buluyor. Kemal Kılıçdaroğlu bir süre önce Adıyaman’da bir günde üç kez provokasyonla karşı karşıya kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Millet İttifakının Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı Ekrem İmamoğlu 7 Nisan Pazar günü Erzurum’da seçim mitingindeki konuşması sırasında polisin gözü önünde bir grubun taşlı saldırısına uğradı ve konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı. Halbuki aynı polis, yıllardır yurttaşların anayasal haklarını kullanmalarını, en basit demokratik tepkiyi şiddetle bastırıyor. Cumartesi annelerine her hafta polis saldırıyor. 60-70 yaşındaki insanlar ters kelepçe ile göz altına alınıyor. Anayasal hak olan ve izin alma zorunluluğu bulunmayan basın açıklaması için toplananlar coplanıyor, tazyikli su, plastik mermi ve biber gazıyla dağıtılıyorlar. İlginç olan ise ülkede yaşayan her insanın can ve mal güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun vali ile emniyetin görevini yapmamasını sorgulayacağına, “Erzurum’da ne işi var” diyerek Ekrem İmamoğlu’nu sorgulamasıydı. İçişler Bakanı bu açıklaması ile bazı yurttaşların ülke sınırları içinde gezmelerinin yasak olduğunu duyurmuş oldu. Öte yandan Vali ile Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanının, olayları CHP’lilerin başlattığı hatta taşları onların getirip karşı gruba attıkları yönünde açıklamalar yapmaları, bundan sonra yaşanabilecek provokasyonlara zemin hazırlamaktadır.
 
Tüm bu yaşananalar, iktidar sözcülerinin bireyleri, siyasi partileri ve meslek gruplarını hedef haline getiren söylemleri  öfkeyi toplumsallaştırdı. Nitekim birkaç gün önce kendisine uzatılan mikrofona konuşan bir kadın yurttaşın, “Eskiden doktorlar bizi azarlıyordu, şimdi doktor dövüyoruz” demesi, iktidarın cesaretlendirmesinin öfkeyi toplumsallaştırdığının kanıtıdır.   

Partili Cumhurbaşkanı ile bakanları aday oldukları seçimde devletin tüm olanaklarını seçim propagandasında kullanıyorlar. Parti genel başkanı, Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ın konuşmaları cumhurbaşkanlığı resmi sitesinde yayınlanıyor. Bu da adına Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi denen sistemin demokrasiyle ilgisinin olmadığını gösteriyor. Bunlar yokmuş gibi, YSK seçim yasakları açıklıyor. Aslında bu yasakları tanımamak, bunların iktidar için olmadığını topluma kanıksatmaktır.
 
Tüm bu yaşananlar, AKP ile lideri Erdoğan’ın 21 yılda devleti kendi ideolojileri doğrultusunda tahkim ettiklerini gösteriyor. Ne yazık ki, iktidarın bir bütün olarak bugün anayasayı ve yasaları bile tanımayacak kadar kendisini güçlü hissetmesinin asıl sırrı buradadır. Her şeye rağmen, bu seçim sürecinde muhalefetin parlamenter sisteme dönüşü esas alan bir program etrafında bir araya gelmesi ve organize bir seçim propagandası yürütmesi 21 yıllık iktidarı zorluyor. Özellikle ekonomik kriz, hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği başta olmak üzere depremdeki beceriksizliği ve liyakatsiz kadrolarla ülkeyi yönetmeye çalışmasının toplumda yarattığı memnuniyetsizlik, seçmenin değişim talebiyle muhalefetin etrafında toplanmasını sağlamış bulunuyor. Tüm bunlar iktidarı geriyor ve çileden çıkarıyor. Zira iktidar, propagandasını ne olursa olsun seçim kazanmak üzerine inşa etmiş bulunuyor.  
 
Öte yandan iktidarının ilk yıllarında Batı ile entegre olmayı önüne hedef koyan ve AB tam üyelik görüşmelerinin başlamasını törenlerle kutlayan iktidar, devlete hakim olup güçlendikçe bu hedefinde uzaklaştı. Oyun bozuculuk üzerine inşa ettiği zikzaklı dış politikası artık tutmuyor. Mısır ve Tunus’ta başarısız oldu, Suriye’de de radikal İslam yenik düştü. Emperyalist güçler ABD ve AB, başlangıçtan itibaren bu zikzaklı politikayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istediler. Son yıllarda ise Suriyeli göçmenlerin Batı’ya geçişini engellemek üzere iktidara destek verdiler. Ancak şimdi, ülkedeki gelişmeleri dikkatle izliyor ve iktidar değişikliği süreci yaşandığını gördüklerinden iktidardan uzaklaşıyorlar. İktidar ise bunu Batı’nın kendisini istemediği şeklinde kullanıyor ve Millet İttifakı’nı Batı’nın adamaları olarak lanse ediyor. İşi ülkenin beka sorunu olarak açıklıyor ve muhalefet iktidar olursa ülkenin bağımsızlığı tehlikeye girer propagandası yapıyor.
 
Evet, Türkiye coğrafyasında yaşayan 64 milyon seçmen 14 Mayıs’ta kullanacağı oyla ya ülkeyi ağır bedel ödeyeceği, dönülmesi zor bir yola sokacak ya da en azından şimdilik kötüye gidişi durduracak yolun açık kalmasını sağlayacak. Elbette bu yolun açık kalması ülkenin tüm sorunlarını çözmeyecek. Zira ülkenin geldiği noktada yurttaşların huzur ve mutluluğunu sağlamak ne eski ne de yeni sistemi kısmen restore etmekle mümkün değil. Yapılacak tek şey insanı temel alan yeni bir toplumsal sözleşme yapmak için genel bir mutabakatın sağlanmasıdır.
 
Görünen o ki, seçimi kaybetme riskini gören iktidar seçime kalan son 5 gün içinde her türlü kutuplaştırıcı, ötekileştirici dilini sürdürecek ve yer yer bindirilmiş kıtalarla provokasyonlara başvurarak muhalefetin sesini kısmaya çalışacaktır. İktidar savaş dili kullanıp şiddeti teşvik ettiğine göre, sakin kalması ve seçmenin sandığa gitmesini sağlaması gereken, seçimi kazanmaya yakın olan muhalefettir. Zira muhalefet uzun süredir, “Sakin olun bu işi sandıkta çözeceğiz.” diyerek sandığa yönelik toplumsal beklentiyi yükseltmiş bulunuyor. O zaman provokasyonlardan uzak durarak sandığın kurulmasını ve sandığa atılan her bir oyun sandıktan doğru bir biçimde çıkmasını sağlama yükümlülüğü vardır.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)