“Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.” Bu söz, kendisi Arjantinli bir doktor olan Küba Devrimi’nin öncülerinden, efsane devrimci Ernesto Che Guevara’ya ait.
Kuşkusuz efsane devrimci Che’nin bu sözü, AKP’nin ülkeyi batağa sürükleyen politikalarına karşı çıkan ve 14 Mayıs seçimleri ile şok olmuş tüm muhaliflere ders verir niteliktedir. Zira iktidar blokunun karşısında yer alan muhalefet, zaman kaybetmeden Cumhurbaşkanı seçiminin 28 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak olan ikinci turuna hazırlanmak zorundadır.
AKP yanına aldığı MHP ile birlikte, özellikle eski iktidar ortağı paralel yapının kalkıştığı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana gerek günlük politikasını gerekse seçim propaganda döneminde yürüttüğü kampanyada insanları düşmanlaştıran, kamplara bölen, ayrıştıran dil kullanıyor. İktidar bloku politik stratejisini, kendisine muhalefet edenlerin; demokrasinin olmazsa olmazı olan siyasi yarışın öznesi, kendisinin siyasi rakibi oldukları görülmesin diye devlet düşmanı, vatan haini, terörist, dış güçlerin adamı olmakla suçluyor. Elbette bunu arkasına aldığı muazzam medya desteği ile yapıyor ve yoksul halkın beynine karşıya düşmanlığı yüklüyor. Maalesef yoksul halk, “Benim gibi düşünmeyen vatan ve millet düşmanları ölsün” düşüncesi ile sandığa gidiyor. Bu öylesine bir inanmışlık ve öylesine karşıya düşmanlık ki, kişiyi düşünmekten alıkoyuyor. Düşünemeyen insan, karşının kendisinin yararına söyledikleri ile vaat ve projelerini öğrenmeyi asla düşünmüyor. Düşünmediği için de 21 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın uyguladığı ekonomik, sosyal ve siyasi politikalar ile ülkeyi çoklu krize sürüklediğini görmüyor.
Efsane devrimci Che’nin yazının girişine aldığım sözü, 14 Mayıs seçimlerini atlatmış olan Türkiye muhalefetinin içinde bulunduğu ruh halini aşmasında yol gösterici olmalıdır. Muhalefet önce yenilgi psikolojisi ve söylemini terk etmeli. Ayağa kalkmalı ve mücadeleyi yükseltmelidir. Ancak bunu yaptığında 28 Mayıs tarihinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimine odaklanabilir. Unutulmamalıdır ki, iktidar blokunun ülkeye dayattığı yeni yönetim sisteminde tüm yetkilerin toplandığı makama oturacak kişi henüz seçilmemiştir. O zaman ülkeyi yönetme fırsatı kaçmış değil. Sonuç doğru okunduğunda seçimi kaybedenin AKP ve 21 yıldır ülkeyi tek başına yöneten Erdoğan olduğu gayet açıktır. Hâl böyle iken, yenilmişlik psikolojisi ile zaman kaybetmek lükstür.
Erdoğan ile yönettiği kurumların tüm oyunlarına karşın seçimi kazanamadığını öne çıkarmak gerek. Devasa devlet gücü ile propaganda yapan, devlet olanaklarını kullanan, halkın vergilerinden kamu çalışanlarına, işçilere, emeklilere verilen veya verileceği vaat edilenleri kendi lütfu gibi algılatan, seçim sonuçlarının topluma ulaştıran devlet yayın organlarının manipülasyonlarına rağmen Erdoğan seçilememiştir. O zaman ortada bir yenilgi değil başarı olduğunu görmek gerek.
Yıllar sonra ilk kez akşamın erken saatlerinde Erdoğan’ın kazandığı ilan edilemedi. Amiyane tabirle bu sefer atı alan Üsküdar’ı geçemedi. Son yıllardaki seçimlerde yapılan hileler ile kuralsızlıklar düşünüldüğünde ortada küçümsenmeyecek bir başarı var.
Şimdi, “Hızla kaldığımız yerden devam ediyoruz” diyerek ayağa kalkmanın zamanıdır. Muhalefet söylemini, “Durdurduk, oyunu bozduk, şimdi sıra kazanmakta” sloganı üzerine oturtmalı. Eksik yapılan ne varsa o tespit edilmeli ve tamamlanmalıdır.
Ben bu yazıya hazırlık yaparken, DİSK Emekli-Sen Genel Başkanlığı görevinde olduğum yıllarda, sendikanın Kocaeli Şubesi üyesi, yol gösteren öneri ve düşüncelerinden çok yararlandığım sevgili dostum Mehmet Toker bir yazı paylaştı. Onun yazısında belirttiği gibi, “Örgütlerimize güveneceğiz. Örgütlü yapılarımızı ve ilişkilerimizi dünden çok daha etkin ve yaygın olarak sahaya süreceğiz. Yanlışlarımız varsa tekrar etmeyeceğiz. Ve elbette onlara takılıp kalmayacağız. Daha çok çalışacağız. Başımızı dik tutup moral üstünlüğünü tekrar yakalayacağız.
Seçmene teşekkür etmek gerek. Sandıklara sahip çıkılmış ve oyun bozulmuştur. TBMM son derece renkli bicimde topumun tüm kesimlerini temsil edecek çeşitlikle oluşmuştur.
Şimdi sıra bugüne kadar yok sayılan parlamentoyu tümüyle kucaklayıp etkin bicimde çalışmasını olanaklı kılacak bir Cumhurbaşkanını seçmekte. Onun da tek adam olmadığı olmaması gerektiği çok açıktır. Bu tüm toplumla kucaklaşmayı şiar edinip başaran Kılıçdaroğlu’dur diyerek güçlü bicimde anlatılmalıdır. Bu konu açıkça ve etkin bicimde topluma anlatılmalıdır. Özgürce siyasi tercihlerinizi belirlediniz. Meclise temsilcilerinizi gönderdiniz. Bu ocağınıza sahip çıkmalısınız. Bu meclis bir tek adama ve zihniyete teslim edilmemelidir.
Parlamentodaki sayısal yapıya takılmamak gerek. Biz hedefimizi demokrasiyi inşa etmeye kilitleneceğiz. Biz zaten bizim gibi düşünmeyenleri yok saymadık. Saymıyoruz. Onları da bu sürece alıştıracağız. Şikâyet ettiğimiz sistem bize bu olanağı tanıyor. Değiştiremezsiniz bu sistemin bu özelliğini toplum yararına fırsata dönüştüreceğiz.
Bunlara önce kendimiz inanacağız. Sonra çevremize anlatacağız. Çünkü asıl gerçeklik bu. Ve biz gerçekleri somut durumun üzerine inşa edeceğiz yeni yönetim sistemimizi. Hiç kimseyi, çok fazla kızıllarımızı bile yok saymak yok etmek değil, onları ikna ederek, sürecin bir parçası olmalarına olanak tanıyacağız. Onlar karar verecekler nerede nasıl olacaklarına ya da olmayacaklarına.
Biz inandığımızı fiilen inşa etmeye çalışacağız. Arkamıza bakmadan, sendelemeden.
Haydi kolay gelsin.”
Evet, haydi kolay gelsin! Erdoğan’ın meclis çoğunluğu bizdedir, Cumhurbaşkanı istikrarın sürmesi için oylarınızı bana verin gerekçesi ile oy istemesi gerçeği yansıtmıyor. Meclisin devre dışı bırakıldığı yeni sistemde bu söylem gerçekçi değildir. Zira şu anda yürürlükte bulunan ve her şeye tek kişinin karar verdiği adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sitemde yasama, yargı ve yürütme erklerinin tümü tek adama bağlanmış olduğundan meclis ve yargı işlevsizdir. Sistem yetkilerin kötüye kullanılmasına zemin sağlayan bir sistemdir. Temel hak ve özgürlükleri yok eden, meclisi devre dışı bırakan, yargıyı bağımlı kılan, güçler ayrılığını yok eden, kolaylıkla bir dikta rejimine yol açma riski taşıyan, meclisin bütçe yapma yetkisini dahi elinden alan, ülke yönetimini kararnamelerle ve tek imzayla Cumhurbaşkanının keyfi sultasına açan, meclisin kabul ettiği ve anayasaya aykırılığı dahi iddia edilemeyecek olan kanun hükmündeki İstanbul Sözleşmesi’ni dahi bir gecede tek imzasıyla cumhurbaşkanının yürürlükten kaldırabildiği, anayasa dışı ve keyfi bir yönetime yol açan bir sistemdir. Bu kadar yetkiyle donatılmış ve bu yetkileri kötü niyetle kullandığında ülkeyi felakete sürükleyecek olan bir sistemde parlamento çoğunluğunun anlamlı olması, ancak halkın iradesini temsil eden parlamentoyu işletecek olan bir Cumhurbaşkanının işbaşında olması ile mümkündür. Elbette bu Cumhurbaşkanı, beş yıldır parlamentonun iradesine ipotek koyan, ülkenin sorunlarının tartışılmasını ve çözüm üretilmesini engelleyen, sadece kendisinin istediği kanunları çıkarmasını sağlayan Recep Tayyip Erdoğan değil, karşısındaki Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Evet, gün ağlamanın, ağıt yakmanın değil, ayağa kalmanın ve geleceğin Türkiye’sini inşa edecek Cumhurbaşkanının kadrosu ile birlikte göreve gelmesini sağlamanın zamanıdır. Bunun için önceliğimiz, 14 Mayıs seçimlerinde sandığa gitmemiş olanları iknâ etmek olmalı. Elbette bu sadece Kemal Kılıçdaroğlu ile ekibinin değil, değişim isteyen her yurttaşın görevidir. Demokrasiye, hukukun üstünlüğünü savunan, insan hak ve özgürlüklerinin yasaksız kullanılmasına, yoksulluğun, yolsuzluğun olmadığı bir ülkenin eşit yurttaşları olarak yaşanmasııı
gerektiğine inanan herkesin görevidir. Her birimiz çevremizde sandığa gitmemiş veya gitmeyecek olan bir seçmeni iknâ etme ve onu sandığa götürmekle mükellefiz. Haydi şimdi ayağa kalkma zamanı!
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)