Yeni bir cumhuriyet tahayyülü, yeni bir yurtseverlik mutabakatı
Sorunu daha rafine biçimde formüle edecek olursak ulus devlet/milliyetçilik denilen gerici burjuva tarihsel olgu en baştan itibaren kemirmeye başladığı cumhuriyet, laiklik, yurttaşlık ve demokrasi kavramlarını/uygulamalarını artık iyiden iyiye çarpıtmış, içini büyük ölçüde boşaltmıştır. Bu faktöre verili temsili demokrasinin krizini de eklemeliyiz ama bu yazının konusu daha çok ulus devlet//milliyetçilik ille cumhuriyet ve yurttaşlık arasında var olan tezatlık ve gerilimin artık sürdürülemez bir merhaleye ulaşmış olması ve bunun güncel siyasette ki yansımaları…
Kendi başına bu tabloya bakınca hayıflanacak bir durum yoktur. Bilakis bu gelişmeleri insanlığın eşitlik ve özgürlük idealinin önündeki ciddi engellerin kalkması zamanının geldiğine dair olumlu alametler olarak değerlendirip “umutvar” olmamıza neden olacak bir tablodur bu. Ne var ki gerçekliğe baktığımızda güneşin apaçık boy verdiği değil kara bulutlarla dolu puslu günlerde yaşamaktayız.
Bir melodramın en trajik sahnesindeyiz. Bu yüzden oyunun bütününün sunduğu umut, trajik sahnenin anlık kötücüllüğünden yükselen karamsarlık bulutları arasında görünmez vaziyette. Öyle bir sahne ki bu… İyi, artık kötücülleşen eski dostlarından kurtulmak noktasına gelmişken, ortalık birden kötünün en kötüleriyle dolmuş… En kötüler de bu aynı kavram ve uygulamalara ve/fakat en karanlık niyet ve düşüncelerle saldırıya geçmiş durumda. Sahne bu ve soru şu: Ne yapacağız?
CUMHURİYET İYİ MİDİR?
Yukarıda betimlediğimiz tablonun ortaya çıkardığı en kötü sonuçlardan biri “kavram kargaşası”dır. Kavramların sınıfsal ve tarihsel bağlamla ilişkisinin koparılmasıdır.
Burjuva cumhuriyetten mağdur olanların “cumhuriyet”le ya da “bizdeki cumhuriyet”le amansız bir kavgaya girip ve fakat burjuvaziyle ve hatta daha da beteri neo monarşist zihniyetle barışık olması gibi absürt bir durumla karşılaşabilmekteyiz bugün. Oysa sorunların kaynağı cumhuriyet değildir. Cumhuriyetin burjuva ve monarşi ittifakıyla gerici biçimde restore edilmesi, özünün kemirilip kabuğunun önümüze bırakılmasıdır. Bu yüzdendir ki anti demokrat diye cumhuriyeti “tu kaka” görürken burjuvazi ve monarşiye hayırhah yaklaşmak, tecavüze uğradığı için ruh dengesi bozulan birini, bozulan ruh dengesi nedeniyle dışlayıp tecavüzcü ile dost olmaya benzemektedir.
Cumhuriyet, laiklik, yurttaşlık kavramları teorik //kavramsal olarak kendi başlarına burjuva ufkun aşıldığı anlamına gelmeseler de, kural olarak tutarlı bir cumhuriyet, laiklik, yurttaşlık savunusu, burjuvaziyle/kapitalizmle kural olarak barışık değildir.
Cumhuriyet, iktidarın kutsallaştırılması, bu yolla da zümreleştirilmesi/bireyselleştirilmesi anlayışının reddi, iktidarın meşruiyetinin halka dayandırılmasıdır.
Yurttaşlık, yönetenlerin yönetilen karşısında hiçbir kategorik üstünlük/imtiyaz sahibi olmadığı, sınıf, etniklik, din ve cinsiyet ayrımı olmaksızın herkesin yurttaş olma vasfına sahip olduğu ve bu vasfın da herkese yönetme rüştü ve hakkını kazandırdığı bir durumdur.
Laiklik, yönetme erkinin dinsel referanslardan kurtarılması ve/fakat tüm dinlerin eşitçe yararlandığı bir inanç ve ibadet özgürlüğü sisteminin inşasıdır.
Tüm bu açılardan bakıldığında hangi kapitalist/burjuva toplumda bu anlamda bir cumhuriyet, demokrasi, laiklik, birey/yurttaş anlayışı ve uygulaması görebiliriz? Hiçbirinde… Peki neden?
KAPİTALİZM ENİSONU BİR ZÜMRE İKTİDARINA DAYALIDIR…
Cumhuriyet, demokrasi, yurttaşlık kavramları, din, soy/etniklik temelli kişi, aile, zümre iktidarlarına kategorik olarak karşıt içeriktedir. Oysa kapitalizm yeni bir zümrenin iktidarına yol açan bir sistemdir. Eskiden daha ileride olsa bile, özsel olarak eşit yurttaşlık fikri ile çatışan bir sistemdir. Temelinde sermaye sahipliği olan bir oligarşinin yönetim erkini elinde tutması bu sistemin en belirleyici özelliğidir.
Cumhuriyet ve eşit yurttaşlık idealleri azınlık iktidarı gerçeği ile uyuşmaz. Nitekim bu sloganları gerektiği içerikle talep eden, ellerinde cumhuriyet, eşit yurttaşlık, laiklik, özgürlük ve demokrasi bayraklarıyla sokakları dolduran halk kitlelerine bir müddet sonra “dur bakalım, sen bu işi çok ciddiye aldın, bu iş o kadar da uzun boylu değil!” denilmiştir. Halka karşı eskinin temsilcisi monarşilerle yeniden kol kola girilmiştir.
Daha sonraki tarihsel süreç burjuvazinin halka yeni bir azınlık iktidarına itaat dayatmalarıyla ve/fakat halkın da eşit ve özgür yurttaşlık, halk iktidarı (cumhuriyet) için verdiği karşı mücadelelerle geçti. Seçme ve seçilme hakkı dahil cumhuriyete ve yurttaşlığa dahil bütün ilerlemeler, bu mücadele sürecinde vücut buldu. Ez cümle aydınlanmanın yurttaşlık ve cumhuriyet fikri ilk başlarda burjuvazinin işine yaradı ama gerçekte onun için çok bol bir giysiydi. Ve çok geçmeden burjuvalar bütün enerjilerini bu giysiyi bir azınlık iktidarına uyumlu hale getirmek için orasından burasından kesip biçmeye harcadı. Cumhuriyet ve yurttaşlık elbisesi olsundu ama özgürlüğe değil, azınlık iktidarı gerçeğini örtmeye hizmet etsindi.
CUMHURİYET MASKELİ OLİGARŞİ YURTTAŞ GÖRÜNÜMLÜ MİLLİ MÜRİD…
Bu azınlık iktidarının çoğunluk yurttaşlar topluluğu karşısında çıplak halde uzun süre varlığını idame ettirebilmesi olanaksızdı. Böylece Cumhuriyet, oligarşinin üstünü örten kadife şal oldu, azınlık iktidarının üstünü örttü ve böylece özü de boşaltıldı. Dahası bu oligarşik egemenliğin sürdürülebilmesi için yurttaşlar topluluğu hem kendi içinde paralize edilmek hem de yurttaş birey kimlikleri azami ölçüde tasfiye edilmek durumundaydı.
Aynı vatanı paylaşma ortak paydası temelinde etnik, dini, cinsel kimliklerine bakılmaksızın herkesin eşit yurttaş kabul edildiği yurtseverlik anlayışı yerini etnik temelli milliyetçiliğe bırakmaya başladı. Yurttaşlık ise yerini, milletin çıkarlarını kendi benliğinde cisimleştiren devlete itaat borcu olan yeni bir müritlik ilişkisine…
Hemen hiçbiri etnik ve dinsel anlamda homojen olmayan bu toplumlarda etnik temelli millet anlayışı seküler bir din haline getirildi. Bu din, pek tabi ki devlette vücut buluyordu. İktidar böylece yeniden dokunulmaz bir kutsiyete kavuşuyordu. Tek başına milliyetçilik denilen bu modern “din”in, arzu edilen kutsiyeti sağlamaya yeterli olmayacağı görüldükçe oligarşik iktidarlar geleneksel dini de yardıma çağırdılar. Böylece laiklik de lime lime edildi. Bütün bu sürecin etnik ve dinsel zorbalıklarla, on binlerce/milyonlarca cesedin üstüne basılarak inşa edildiğini ise söylemeye gerek var mı?
BİZDE CUMHURİYET…
İlan edileceği bir gün önceden M.Kemal Atatürk’ün “Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözleriyle müjdelenen Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’de böylesi bir tarihsel süreci miras almaktaydı. Etnik temelli milliyetçilik artık dünyada egemen bir hal almıştı. Laiklik çoktan özünü yitirmişti. Dahası etnik milliyetçiliklerin şahlanışı ve koca bir imparatorluğun “hasta adam” halini aldığı bir yakın yerel tarihinin yarattığı paranoya hali söz konusuydu.
Cumhuriyeti, dünyadaki bu gericileşme ortamının yanı sıra dini ideoloji ve örgütlenmenin çok güçlü olduğu, yanı sıra çok etnikli bir imparatorluk bakiyesi koşullarında ve zayıf bir (burjuva) toplumsal temel üzerinde inşa etmenin, insani ve demokratik maliyeti de çok ağır oldu. Bu koşullarda Cumhuriyet ciddi sevaplarla ciddi günahların harmanlandığı bir ürün olarak vücut buldu.
Yurttaşlığa doğru kazanımlarla yurttaşlığı kadük kılan hamleler iç içeydi. Laikliğe/sekülerliğe yönelen hamlelerle milli/devletlü bir Sünni İslam yaratma süreci iç içeydi. Tüm bu eklektik, eksik ve geri unsurların koşulladığı sınıfsal, etnik ve dini faturalarla (üstelikte evrensel sistemik kriz ortamında ve eskinin gerici mirasının diz boyu ortalıkta cirit attığı bir dönemde) karşı karşıyayız bugün.
ŞİMDİ SORUYU YİNELEYELİM: NE YAPACAĞIZ?
Daha büyük tehditler var diye Cumhuriyeti bu haliyle “müdafaa ve muhafaza” etmeye mi odaklanacağız? Ya da yeniden kendine iktidar alanı açmak için Cumhuriyetin günahlarını istismar eden neo monarşizme haklılık payeleri takıp göz mü kırpacağız? Ya da bu iki denklemi hesap eden ve/fakat bu iki denklemin de dışına çıkan yeni bir paradigma mı kuracağız?
Cumhuriyete karşı neo monarşi seviciliği de, burjuva seviciliği de, olumsuzluk ve günahlardan kaçayım derken, günahın nedenlerine aşık olma bahtsızlığı olur. Cumhuriyet ve burjuva ulus devlet tarihsel olarak aynı sürecin ürünü olsalar da kavramsal olarak çatışık içeriklere sahiptir.
Bugün karşı karşıya olduğumuz illetler, cumhuriyet ve yurttaşlık anlayışının değil, burjuva ulus devletin ürünüdür. Cumhuriyet ve yurttaşlık halkın eşitlik talep ve mücadelesinin, ulus devlet ise burjuvazinin halka karşı kendi azınlık iktidarını -monarşi artıklarıyla kol kola- inşa sürecinin ürünüdür.
Evrensel planda yaşanan faşizan yükseliş ve yerel planda yaşanan neo monarşist gerici restorasyon, burjuvazinin cumhuriyet ve yurttaşlık kazanımlarını iğdiş etmesiyle dolaysız bağlantılıdır. Ulus devlet aracılığıyla burjuvazinin cumhuriyet, yurttaşlık, yurtseverlik ve laikliğin içini boşaltması, yeni bir oligarşik sistemi inşa etmesidir. O zaman, ne cumhuriyetin ulus devletçe iğdiş edilmiş bugünkü halini muhafaza etme çabası; ne bu cumhuriyeti yeni bir ulus devletle ya da yeni fakat yine “burjuvazi”li bir “demokratik ulus”la aşma çabası, ne de ehven-i şerci bir neo monarşi yandaşlığı bu sorunu çözemez. Bunlar aynı paradigmanın birbirini doğuran sonuçlarıdır.
Öyleyse ne yapacağız sorusunun cevabı, yeni bir program ve eylem hattının inşa etmek durumunda olduğumuzdur. Gerçek anlamda halk iktidarını temel alan yeni bir cumhuriyet tahayyülüne, bütün etnik kimlik ve kültürleri eşit haklarla donatan yeni bir yurtseverlik mutabakatına ve yine bütün dinsel/mezhepsel inançlara eşit ve özgürlükçü mesafede duran gerçek anlamda laiklik perspektifine sahip, emek eksenli programa ve pratiğe ihtiyacımız var.
Mahmut ÜSTÜN