Yeni Türkiye usulü ölü gömme törenleri
‘Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur’ gerçekten de bu coğrafyada insan ilişkilerindeki riyakarlığın en güzel özeti gibi… Tabii ki ‘Ölünün arkasından konuşulmaz’ gibi bir kuralımız da var ki, sanırım dinsel olduğu kadar geleneksel ikiyüzlülüğümüzü netleştirmek için konulmuş bir kural.
Cenaze törenlerindeki ağıtlar, ağıdın ardından yemeğe yumulma, ölü daha toprağa verilmeden, uydurulmuş anılar anlatıp sonra da fısıltıyla rezil mi rezil dedikodular… Hele ki biraz ünlü, birazcık öyle ucundan ünlü biriyse, işte o zaman vay haline! Hemen oradan buradan ağıtlar, eğer ki varsa birlikte çekilmiş bir fotoyla paylaşım, altına vıcık vıcık bir şiir ya da eğer üç kuruş yazma yeteneği varsa, iyiden iyiye suyu çıkmış bir duygu seli… Ölünün üzerinden nasıl kendimi ilgi nesnesi yaparım yarışması başlamıştır artık!
Buradan çöplenemeyecek karakterler için başka bir alan mevcut tabii… Tanısın tanımasın, aslında nefret etsin ya da etmesin, en sunturlu küfrü etmek, en galiz hakareti yapabilmek için başka bir dörtnala koşturmaca… Buradan da mı ekmek kalmadı, ya serbest piyasa var, bir kulvar daha, her yarışçı türüne de çamur atacak, oldukça ‘cool’ bir piyasa… “Onun sanatçı kimliği ayrı, siyasi kimliği ayrı”dan başlayabilir, önce tabii ki hakaret edenlere hafifçe çemkirip onu yere göğe koyamayanlara da “Ama bir de bu yönüyle ele almak gerekir” inceliğinde bir tavır… Böylece hem akıllı, hem duygulu hem de ortaya karışık kebap gibi mis!
Bu ülkede, yaşarken bir insanın çektikleri yetmezmiş gibi, ölüyü gömene kadar ve gömdükten sonra da birkaç gün daha üzerinden geçinmek gibi bir gelenek hep var ve görünen o ki hep de var olacak. En azından ahlaki bir aydınlanma olmadığı sürece bu devam edecek. Bunun dini, siyasi, davranışsal, sosyo-kültürel, psikanalitik unsurları var. Siyasi sömürü nesnesi olarak ölüler, hem bir konsolidasyon hem de motivasyon nesnesi… Devrim şehitliğiyle zirve yapan bu söylemde, bunun yanı sıra, örgütü ölü üzerinden yüceltmek ya da bazen kendini ölü üzerinden yüceltmek gibi konumlanışları biliyoruz. Bunun tümüyle dejenere edildiği bir örnek vereyim ve daha fazla üzerinde durmayayım: Bazı sosyalist grupların Rojava’daki silahlı direnişe simgesel destek vermek için birkaç üyelerini yolladıkları dönemdi, bir kadın sosyalist daha sınırı geçerken vurulup öldürülmüştü askerler tarafından… Bunun üzerine bir hafta boyunca, o kadının ölüsü üzerinden örgütler bir yarışa girdi. Üyelikte ayrılmış olmasına rağmen eski örgütü hala üyesiymiş gibi paylaşımlar yaptı, her gün sosyal medyada o örgütün tek tek üyeleri o kadınla geçmişte çektirdikleri fotoğrafları paylaştı. Bunun üzerine her kim fotoğraf çektirmişse onlar da… Bir ölü kadın üzerinden hem örgütsel ve hem de kişisel halkla ilişkiler çalışması yürütüldü. Ahlaken bu düşüklük, özellikle kişisel olarak bu fotoğrafları paylaşıp ‘daha devrimci’ profil çizmeye çalışanların rezilliğiyle katlanarak arttı. Bunu, kesimin bu tavrını öncelikle yazdım, zira sosyalistler için dinsel ve geleneksel ölüm algısı bu kadar sömürüye açık olmamalı ideolojik ve ahlaki olarak…
Gelelim statükoya, merkezi şaşmış cari siyasete… Bu siyaseten ve ahlaken çökmüş cenahta, ölüm zaten nemalanma alanı oldu hep. Bugün de gördüğümüz gibi ‘şehit’ kanı üzerinden oy devşirmek, yolsuzluk ve hukuksuzluk yapmakta zirvelere oynanıyor. O da yetmiyor, geçmişte bir nebze ‘ölünün arkasından konuşulmaz’ kuralı rezillik derecesinde unutulmuş, ölmüş gençlerin ailelerine hakaret etmeyi marifet sayan liderler var. ‘İmam osurursa, cemaat sıçar’ hesabı, ölenlerin cenazeleri kaldırılmıyor, ailesi bahçesine gömse o mezara saldırılıyor. Ölüler üzerinden siyaset hangi ideolojiden olursa olsun, tüm toplumu sarıyor. Ve buna zemin hazırlayan müthiş iğrenç bir ahlaki ortam gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Bu işin siyasi tarafı ve cari siyaset, yani ahlaktan yoksun siyaset zaten hep biraz böyleydi, nicel olarak daha çirkefleşmiş olması da çok şaşırtıcı değil.
Peki ama sosyo-kültürel düzeydeki yozluğun üzerine eklenen çirkeflik? İşte sanırım asıl irdelenmesi gereken bu…
Bilgi Çağı’nın getirdiği hızlı iletişim, küresel kültür çatışmaları, serbest piyasanın geldiği durum, iyiden iyiye böcekleşen (aman ha hayvanseverler ‘böceği’ niye aşağıladın demesin, Kafka’dan alıntı varsaysın, laf edecekse de Kafka’ya etsin) ve bireyselleşmesi prematüre bir insan tipi ortaya çıkardı. Bu böcek kadar değersizleşmiş insan tipi için tek var olma alanı artık sosyal medya ve üç-beş kişilik arkadaş ve akraba çevresi…
Farkındalık yaratabilecekleri tek alan bu; zira patron ya da amir, eş, arkadaş ve akraba tarafından gün boyu baskı altında yaşamak zorunda kalan ve parasıyla da hava atamayacak gelir grubunun yapabileceği tek şey, sosyal medyada ‘-mış gibi yaşamak’, ‘-mış gibi var olmak’. Mesela ayranı yok içmeyeyken, işportadan aldığı giysilerle gotik poz vermek, üç-beş abazanın da buna DM’den yılışması… ‘Çay içek, rakı içek, sevişek’ kıroluğunun geçer akçe olduğu bir başka güruh için de söylem işte bu minvalde kasaba zevzekliği… Ve biraz daha ‘gelişkin’ şiir, şarkı, türkü, marş devrimcileri var ki, onlar da işte bu damardan günü geçiriyor. Bundan sıkıldılar mı zaten, yine çay içek, rakı içek…
Bir de her olaya politik yaklaşım getirmeyi bir görev bilen üç beş kitap entelektüelleri var ki, belki de en sevimsizleri, bu ve bunlar ölü gömme törenlerinde öne çıkmayı da bir görev olarak benimsiyor.
Son örnekten, en saçma ve en fazla göze batmak isteyenlerden yine Ara Güler’in ölümü sonrasından gidelim… Bu tayfa şu sıralar birbirini yiyor, sanırım bir hafta daha bu saçmalığı da sürdürür. Ara Güler’e gömmek isteyenler için ‘Huzur’ fotoğrafı Şam’da kayısı geldi. Tabii ki temel argüman AKP Başkanı’nın fotoğrafını çekmesi üzerine başlayan linç kampanyasına, o kendine ‘yakışan’, kimi empati manyaklarına göre ‘sıcak’ üslubuyla “Onu çekmeyeceğim de sizin gibi serserileri mi çekeceğim” minvalindeki çemkirmesiydi. Tüm bunlar sebebiyle sevilmemesi anlaşılabilir bir durum, ama yani tümüyle gömmek için de biraz abartı gibi… Zira konu edilen kişi, kendi deyimiyle bir sanatçı değil ki, bir ‘şipşakçı’ portreci ve enstantane avcısı… Yani adamın zaten böyle bir iddiası yok. Bir yerde “Devrimciyim” falan da demediği gibi, herhangi bir politik yaklaşımı da öne çıkmış değil. Biraz eyyamcı, biraz zanaatkar, gerisini zaten çevresi ona yapıştırmış. Yine de hani ölüsünün ardından “Niye üzüleyim ki, zaten böyle böyle demişti bu tip” demek çok da rahatsız edici değil de, işin bokunu çıkartmakta tabii ki durdurulamaz bir güruh var. Bakın mesela “Ben Paramazlar’a üzülürüm” diye başlayan bir psikopat! Yani özetle diyor ki, “Ben Ermeni’nin devrimci demokratını severim. Devrimci demokrat olmayan Ermeni, benim Ermenim değildir”!
İşte böyle mallıklar…
Sanki ruh hastası pazarda Amasya elması seçiyor!
Süleyman KARAN