Yeryüzünün renkleri: Biri kadın, biri erkek
Elmanın büyülü tadına ve rengine kapıldığımız gün yasaklarla ve sonra o yasaklara karşı gelmenin dürtüsüyle tanıştık. Öyle başladı suç ve cezamız…
Yılanın niyeti sorgulanmadan; koşulsuz şartsız kadın sorgulandı önce. Onun varlığı, cinsiyeti, görüntüsü, duruşu, üryanlığı, ahlakı ve oluş nedeni… Üstelik erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına dair duyulan inanç, kadın için kabus dolu zamanların da sebebi haline geldi. Bundan sonra olabilecek bütün günahların ya nedeni ya da sonucu olarak görülecekti artık. Gün yüzü, gül yüzü görmesi imkansızdı. İkincil insan muamalesi görmesi ise kaçınılmazdı. Toprağın ham maddesinden yaratılan Adem’in yanına, neden aynı hammadenin ürünü ve aynı haklara sahip olan bir kadın değil de Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratılan bir dişi getirilip cennete yerleştirildi ki? Doğrusu hep bir muamma olarak kalacak bu düşünce. Kalacak kalmasına ama, Havva’nın olup biten bütün bu arsız zamanların günahkarı olarak görülmesi ise bilinçli olarak yaratılan kaosun sonucundan başka bir şey değildi.
Çünkü bu en kolayıydı. Dişisini suçlamak, ayıplamak, bütün günahlarının sebebi olarak görmek ve nesilden nesile aktararak öyle lanse etmek. Böylece tereyağından kıl çeker gibi ayıplarının üstünü de örtebileceklerdi. Öyle olmasını istediler, öyle yaptılar, öyle de oldu…
İnsanın ilk yaratıldığı günden itibaren “Havva değil miydi yasaklı elmadan yedirip Adem’i yolundan eden ” diyerek fısıldadılar onlardan sonra doğan bütün çocukların kulağına. Bütün kadınları ve erkekleri doğuranın yine bir kadın olduğunu unutarak, unutturarak…
Asıl acı olanı ise; bazı insanların kendi kirli emellerini hayata geçirmek için bu gerçeği yok saymış olmalarıydı…
Bu bir bahaneydi aslında. Ne zaman kirli ve karanlık bir davranış ortaya koysalar bir “amaları” halihazırda vardı. Adı ise; kadındı…
Sevmeyi beceremedi ama suçlu kadındı. Kirlettiği ve aşk diye nitelendirdiği duyguya karşılık bulamadı saldırdı, öldürdü ama suçlu kadındı. Kendi sapık dürtülerine hükmedemedi ama suçlu kadındı. Erkek çocuk dünyaya gelmedi ama suçlu kadındı. İhanet etti, taciz etti, tecavüz etti, gasp etti, saldırdı, dövdü, hakaret etti, hor gördü, küçümsedi, işkence etti ama suçlu hep kadındı…
Denk ve eşit olmayan bu varoluş, sistem tarafından asırlarca sürdürüldü ve yayılması sağlandı dünya üzerinde. Hala birçok toplumun ve bireyin de kabuk bağlamayan yarasıdır bu durum. Bir kız çocuğunun ana rahmine düştüğü gün, yüzlerin asılması ve solması…
Yeryüzünün ve gökyüzünün o gün sessizliğe gömülmesi de…
Ama erkek çocukta öyle midir? Öyle değil elbet. Onlara göre dünya şenlenmiştir artık. Ve bir kız çocuğuna nazaran bütün hakların ilk ve yegane sahibidir o.
O günden sonra yaptığı her şey, mazur görülür ve gülüp geçilir. Çünkü o bir erkek çocuğudur. Onun hayatında ayıplanmanın yeri yoktur. Üstelik ailede bir de kız kardeşi varsa değme keyfine. Onun için koşuşturacak biridir artık o. Ona hizmet etmek için doğmamış mı zaten? Dolayısıyla bu zihniyet sahipleri bu düşüncenin ışığında yetiştirilir ve büyütülür.
Doğduğu ilk günden itibaren başlar bu saltanat ve ölümüne kadar da devam eder. Annesinden doğarken başlayan bu saltanatı önce kız kardeşine, sonra eşine ve sonra doğacak kızına dayatır…
Peki bu durumda, böyle bir hayatın içinden çıkıp gelen biri, kendi öğrendiğini mi, yoksa kendisine öğretileni mi dayatır o üstün ve her zaman haklı olma halini?
Kendisine empoze edileni, öğretileni, anlatılanı elbette. Bu düşünceyi taşıyan toplumların ya da bireylerin oluşturduğu zincirin halkalarından biri olarak. Şayet yanlış öğretilerinden kurtulmayı başaramamış ise…
O yüzden bu sorumluluk bütün kadınların omuzlarındadır aynı zamanda. Çünkü onlar yeryüzündeki bütün kız ve erkek çocuklarını doğuranlardır, bedenlerini dirhem dirhem sızlatan o acıya rağmen…
Ve en çok onlar anlar kız çocuklarını ve kadınları…
Ve en çok onlar tanır erkek çocuklarını…
O yüzden, anlatılmalı en başından itibaren;
Toprak ananın rahminden düştükleri o ilk gün iki kişiydiler; biri kadın diğeri erkek… Ve üryandı ikisi de. Birlikte çiğnediler yasakları, birlikte yediler yasaklı elmayı ve birlikte kovuldular cenetten…
Yeryüzünde kadınlar ve erkekler yaşar. Birinin diğerinden hiçbir üstünlüğü, hiçbir farkı yoktur. Fiziksel farklılıkları dışında. Bu farlılılıklarının yanında ikisinin de eşit hakları, istekleri, hayalleri, umutları, duyguları, düşünceleri ve beklentileri var. Bazen birlikte bazen birbirinden bağımsız, birbirinden ayrı. Ama yeryüzüne renk, çeşitlilik ve güzellik katan…
Birinin olmayışının öbürünün de olamayacağının gerçeğini ortaya koymak ve anlatmak gerekiyor. Birinin diğerinden isteyeceği şeylerin kendisinden de bekleneceğini…
Bu eşsiz ve büyüleyici ortamın kıymetli varlıkları oldukları, birbirlerini sevgiyle beslemeleri ve öyle çoğaltmaları gerektiği…
Kötü olan her şeyden uzak; sevgiden, güzellikten, iyilikten, bağlılıktan beslenmeleri gerektiği anlatılmalı…
Evet anlatılmalı en başından itibaren;
Biri kadın diğeri erkekti.
Biri olmazsa diğerinin de olamayacağı… İyiliğin ve kötülüğün, ahlakın ve ahlaksızlığın üstünün örtülemeyecek kadar üryan olduğu ve sadece bir cinsiyete yani sadece bir kadına ya da bir erkeğe bağlanamayacağı anlatılmalı…
Zarif LAÇİN