Ülkelerin yazdığı ders kitaplarındaki ve parlamento tutanaklarındaki kupkuru ve sıkıcı tarih yerle bir durumda. Herkes dününü hatırlamaya çabalıyor; artık tarihleri egemen milletler değil; “küçük halklar” da yazıyor. (Marks bu sonuncular için haklı olarak çok doğru şekilde “tarihsiz halklar” diyordu.) Buna tüm dünyada “kozmopolit hafıza” deniyor…
20. yüzyılın hemen başında “tek dil, tek din ve tek millet” moda idi. Ulus devlet modeli, kapitalizmin bir gereği olarak adeta “tabiat kanunlarının gereği” olarak görülüyordu. Egemen ulus kendi cumhuriyetini inşa ederken onun dev gölgesi altında ezilen dili, dini ve kimliği farklı “tarihsiz halklar”a ise kan, gözyaşı ve sürgün yolları görünüyordu…
1923’te Cumhuriyet kurulurken Anadolunun Alevi-Kızılbaş toplumları umut içerisindeydiler. Bin yıllık saltanat ve hilafet yıkılıyordu. Yüzyıllardır “rafizi, kızılbaş ve sapkın mezhep” olarak görülmeleri artık yeterdi. Cumhuriyet “özgürlük” getirecekti.
Ama olmadı. Özgürlük sadece bir nefes alma oldu. “Tek dil ve tek millet” politikası yeniden hedef haline gelmelerine yol açtı. Önce Koçgiri’de sonra Pülümür’de ve Dersim’de ağır haksızlıklarla ve katliamlarla karşılaştılar.
Resmi açıklamalara göre 16 bin; halk anlatımlarına ve tanıklara göre 70 bin kişinin öldürüldüğü; ırmaklarının; derelerinin kan aktığı; sağların ölülerin altında kalarak kurtulduğu ve sürgün yollarına düştüğü 1938 Dersim Katliamı… (Hüseyin AYGÜN, bianet.org, 10 Mayıs 2008)
“Yıllardan 1938, yaz sabahıydı… Biz askerlerden korkmuyorduk. Çünkü bir seneden fazladır ki onlarla beraberdik. Askerler bizim köyün üstündeki Beyaz Dağ’da çadır kurmuşlardı. Onlara her zaman ekmek, tereyağı ve yumurta götürür satardık. Biz onlara onlar da bize alışmışlardı. Onlardan bir kötülük beklemiyorduk. Hatta bir gün önce köyün ileri gelenleri dağa gitmiş oradaki alay komutanıyla konuşmuşlardı. Koyun, kuzu kesmiş hep beraber kebap yapıp yemişlerdi.”
O sabah topladıkları herkesi kurşuna diziyor askerler. Katliamdan ölü taklidi yaparak kurtuluyor Sarkis. Sağ kalanların süngülenmesinin yarım saat sürdüğünü anlatıyor: “Dört tarafımızda kurulan makineli tüfeklerle kadın ve çocuklardan oluşan topluluğa durmadan ateş ediyorlardı. Ateş etme süresi aşağı yukarı yarım saat sürdü. Silah sesleri kesildikten sonra sağ kalanları süngülemeye başladılar. Ben vurulanların altında kalmıştım. Bana hiç kurşun isabet etmemişti. Askerler bizi süngüledikleri zaman ölü numarası yaptım. Sağ kalanları süngülemeleri yarım saat sürdü. Sonra gözlerimi açtım. ‘Çekilmişlerdir’ diye yavaş yavaş kalktım. Yanımda yatan anama baktım, vurulmuştu. Ablam ve kardeşim Zakar’a baktım, onlar da vurulmuştu.” (T24, 8 Şubat 2015)
(Şadilli Aşireti’nin lideri Süleyman Arslan’ın kızı Hanım Erdoğan anlatıyor)
‘Babam 46 süngü darbesiyle öldü, ailemden 38 kişi kurşuna dizildi, bu suç Alevileri sevmeyenlerin!’
“…Kırım’dan önce ne Türklük, ne Kürtlük vardı Dersim’de. Benim babam öldürüldü. Mezarı hâlâ yok. Ailemden 38 kişi kurşuna dizildi. Amcalarım, yengelerim, çoluk çocuk demeden öldürüldü. Alevi’yim, Şadilli Aşireti mensubuyum ve Cumhuriyet vatandaşıyım…”
“…1937 yılında 8 yaşındaydım. Yollar asker doluydu. Yol kenarlarında, elbiseleriyle üst üste yığılmış insan tepeleri oluşmuştu. Yüzlerinden acı okunuyordu. Hareketsizdiler. Sadece rüzgâr vurdukça saçları uçuşuyordu…”
“…Her kapının önünde ağıt yakılıyor, Munzur kan akıyordu. Amcamın sürdüğü atın arkasındaydım, üç gündür haber alamadığımız babamı arıyorduk, bayılmışım… Ne o gün, ne daha sonraki 78 yıl boyunca, ne babam Süleyman Arslan’ı ne de mezarını bulabildik…”
“…Biz bu ülke kurulurken şehitler vermişiz. Efendi Amcam Sarıkamış’ta, Hıdır Amcam Çanakkale’de öldü. Bu kıyıma imza atanlar suçludur, herkes değil. Alevi’yi sevmeyen insanların suçu. Bunu biz daha sonra da gördük, 12 Eylül’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta…”
…
Doyamadım ya babama, ondan… Ben ve ağabeyim Rıfat, Elazığ’da enstitüde okurduk. İyi Türkçe konuşmayı burada öğrendim. Sonradan çok işime yaradı. Şilt Köyü’nde (Akkabak) büyük bir konağımız vardı. Kazanlar kaynar, ziyafetler verilir, misafirler ağırlanırdı.
Evimize paşalar, komutanlar konuk olur, yer içerlerdi. Uçsuz bucaksız topraklarımız vardı. Babam Şadilli Aşireti’nin lideriydi.
Askere karşı değildik, gençlerimizi gönderirdik. Vergimizi de toplarlardı. Dersim o zaman başkaydı. Cıvıl cıvıldı.”
(dersim37-38.org / Dersim Ortak Bellek Platformu)
Seyit Rıza, Batı Dersim aşiretleri içerisinde sözü geçen bir aşiret önderiydi. Seyit Rıza’nın akıl hocası kendisiyle beraber Elazığ’da idam edilen Kures Ocağı Pirlerinden Uşene Seydi’dir. Uşene Seydi ve Kızılbaş Piridir. Dersim bölgesinde sevilen sayılan bir yol önderidir. Uşenê Seydi aynı zamanda Dersim fikriyatının en önemli isimlerinden biridir. Kırmancki dilinde deyişler, şiirleri, klamları vardır.
Seyit Rıza, Pir ocağına mensup değildir tikmedir. Kızılbaşlık dininde Ocakzade olmayan biri Pir ve Rayver olamaz. Ancak Pir kendisine el verirse tikme olabilir. Seyit Rıza’da Abbasan (Avasu) pirlerinden el almıştır. Kendi aşireti içinde Kızılbaş inancına göre Pir gelmediği zaman dini aşiret içindeki iç meseleleri çözme yetkisine sahiptir.
Seyit Rıza, 1915 Ermeni Kırımı’nda Dersim’e sığanan Ermenilere sahip çıkar onları Osmanlı devletine vermez ve soykırımdan kurtarır…
…
Erzincan ve Erzurum’u işgal eden Ruslar, Dersim sınırına vardıklarında Dersimlilerle çatışırlar. Dersimliler Rusların geçisine izin vermez. Erzincan ve Erzurum’u Rus işgalinden kurtarırlar. Ruslar çekildikten sonra, tüm aşiretlere Osmanlı idaresinden madalya ve hediyeler verilir.
İddiaya göre Seyit Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan’da “İl İdaresi Üyeliği”ne atanır. Nitekim, dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta -Seyit Rıza ile ilgili olarak- “şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti” der.
…
Seyit Rıza’yla beraber 58 kişi Elazığ’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırlar.
Elazığ’da kurulan bu sözde mahkemede sanıklara savunma hakkı dahi verilmez. Mahkeme göstermeliktir zira Dersim’in hükmü çoktan verilmiştir. Dersim ileri gelenleri “isyana teşvik” suçundan yargılanırlar. Ankara’dan gelen emirle mahkeme hükmünü verir. Seyit Rıza ile beraber 6 kişi idam cezasına çarptırılır. Diğer Dersimli esirler ise ömür boyu hapis cezalarına çarptırılırlar.
Dönemin Malatya Emniyet Müdürü olan daha sonra da Adalet Partisi Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil, Sey Rıza’nın idamına tanıklık etmiş biri. Çağlayangil anılarında idam gecesini anlatıyor. İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattıkları son derece önemli bilgiler. Zira Çağlayangil, Seyit Rıza ve Dersim Aşiret Liderlerinin nasıl hukuksuzca yargılandıklarını çarpıcı şekilde itiraf ediyor. Dersim 38′i anlamak için Çağlayangil’in anıları iyi okunmalıdır.
İhsan Sabri Çağlayangil‘in 15 Kasım 1937‘de idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildikleri geceyi şöyle anlatmaktadır:
…
“Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu.
Gece 12:00′de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sankıları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor.
Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarpıtırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarpıtırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. “İdam Çino” diye bir vaveyle koptu.
Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:
–Asacaksınız, dedi ve bana döndü:
–Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?
Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.
Son sözünü sorduk.
–Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.
Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti.
Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti:
-Evladı Kerbelayime, bê gunayime, Ayıvo zulimo, Cinayeto, (-Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir) dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;
–Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”
“Ben senin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.” (Seyit Riza)
Dersim Seyitleri’nin mezar yerleri bilinmiyor. Devlet hala mezar yerlerini sır gibi saklıyor…”
(dersimnews.com/ Sey Xıdır)
Son olarak Çayan Demirel’in ‘1938 Dersim Katliamı Belgeseli’ne yansıyan canlı tanığın o sözleri ve Kürt sanatçı Diljen Roni’nin yorumladığı ‘Daye Daye’ parçası ile bitirelim:
Derya Havin GÜNGÖR
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)