Bir yudum düşünce
Gökhan KÜÇÜK yazdı:
KÖTÜLÜKLERİN EN BÜYÜĞÜ SIĞLIKTIR!
Dünya kurulduğundan beri insanlar belki de incir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri bahane ederek -ya da ileri sürerek- birbirlerinin ayağını kaydırmak için çift vardiya çalışıyorlar âdeta.
Örneğin hangi medeniyetin tarihine mercek tutarsak tutalım kaçınılmaz olarak kasvetli, iç karartıcı bir tabloyu incelerken buluyoruz kendimizi: Yağma, talan, kan ve göz yaşı… Usta ellerin marifetli dokunuşları(!)
İşte bu, hiç kuşkusuz, insan tabiatının tipik bir getirisi…
Dünya, didişerek devinim ediyor. İnsanoğlunun birbiriyle didişmesiyle yani.
Bu yüzden tozpembe bir dünya hayali ütopik bir düşünce olmaktan kurtulamıyor.
Düşünün: Dilediğimiz her şey her isteğimizde ayaklarımızın altına serilseydi, halimiz nice olurdu? Bu defa da can sıkıntısı denen cenderenin içine düşmezmiydik? Bana kalırsa, ipleri kopmuş tespih taneleri gibi darmadağın olurduk.
Mesela vaktiyle benim içine gömüldüğüm dünyada romantik, duygusal kafa yapılarına yer yoktu; bilakis geçer akçe “nevrotik kafa yapılarıydı”, ama içinde bulunduğum koşullara kıyasla ben yine de, duygusal bir mizaca sahiptim; ki hâlâ öyleyim. Bu da mizac farkı işte… Doğuştan gelen, genetik bir özellik; insan n’aparsan yapsın bunu değiştiremiyor. Bu konuya biraz sonra daha ayrıntılı bir şekilde değineceğim.
“Şiddet çok arttı; düpedüz ayyuka çıktı; bu gidişin sonu hayra alamet değil,” diyorlar.
Evet, doğru: Gerek sözlü, gerekse fiziki şiddet olsun; manşetlerden inmiyor âdeta. Dürüst olmam gerekirse, insanların bu acı gerçeğin farkına varması güzel bir gelişme; eh ne de olsa, ateş bacayı sardı; iş başa düştü yani. Bilirsiniz işte; can tatlıdır… Şimdiye dek çoğunluk bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasındaydı, ama çember iyice daraldı, insanlar o meş’um yılanın kendilerini de ısırabileceğinin farkındalar artık. Hazır farkındalıktan bahsetmişken… Yurdum insanının en büyük sorunlarından biridir bu. Bir diğeri de, vurdumduymazlık…
Belki birileri bana kızacak ama ben yine de söylemeden edemeyeceğim: Birçok insan hâlâ sürü psikoloji ile hareket ediyor. Hangi ideolojiye bel bağladıklarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yok, ne de olsa hepsinin de ortak yönü: Okumak, araştırmak ve düşünmek yerine bol bol slogan atmak… Basmakalıp fikirler ve tedavülden kalkmış düşüncelerden medet ummak… Kısacası, salt ezbercilik…
Savunduğu fikri bilmeyen insan olur mu? Oluyormuş… Bunu da öğrendik.
Neyse, konuyu daha fazla dağıtmayalım, evet, şiddet ayyuka çıktı; çünkü ortam buna müsait; adaleti tesis etmesi gereken hâkim ve savcılar tecavüzcüleri bile serbest bırakıyor artık, siyasiler arabulucu olacağı yerde tansiyonu iyiden iyiye yükseltmekle meşgul, hamaset dili herkesin ağzına pelesenk olmuş, umutsuzluk herkese nüfuz etmiş, ekonomi denen lağım çukurundan yükselen pis kokular insanların burun kemiklerini eritiyor âdeta; keza pandemi de cabası…
Hâsıl-ı kelâm, şu ahval ve şeraitte şiddet nasıl ayyuka çıkmasın?
Şiddete zemin hazırlayan koşullar yerli yerinde…
İtiraf etmeliyim ki, şu saatten sonra ne olur, hiçbir fikrim yok. Daha doğrusu, bekleyip görmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Adamakıllı düşünce bile üretemiyorum. Çünkü vuku bulan ve cereyan eden hemen her şey “absürdizm” sınırlarında dolaşıyor.
Fakat size, edebî bir abartma yapmadan, gerçeğe harfiyen bağlı kalarak anımsatmak isterim ki, her ne kadar yaşananlar akıl almaz boyutlara ulaşmış olsa da, ideolojik farklılıklarımızı görmezden gelerek her halükârda bu cins saçmalıklara sesimizi daha gür bir şekilde çıkarmamız gerekiyor.
Ve maalesef şunu da belirtmek zorundayım ki, amaç, zihinsel bir faaaliyettir. Bu yüzden alalade fikirleri veya ütopik düşünceleri bir yana bırakıp, bilakis günümüzün acı gerçeklerine ve/veya getirilerine yoğunlaşmamış lazım. Tabii ki eğer, ayakları yere basan, realist bir mücadele zemininde buluşmak istiyorsak…
Demin, yani yukarıda, “koşullar çetin olsa da ben duygusal bir mizaca sahiptim” demiştim… Pekâlâ bunu, süs olsun diye söylemedim. Açıkcası demek istediğim şuydu: Koşullar bize uymuyorsa bizim koşullara uymamız gerekiyor, ki hayatta kalabilelim. Ne de olsa bu, evrimsel sürecin yegâne işleyişi: Adapte olmak, koşullara uyum sağlamak… Mevcut koşulları kendimize yontmaya çalışırsak eğer, kat’i surette oyunun dışında buluruz kendimizi. Sobeleniriz…