Pahalılık, yoksullaşma ve siyasette ‘Alevi’ tartışması üzerine …
Türkiye’de yıkıcı etkilerini deneyimlediğimiz ‘ekonomik buhran’ geleceğe dair kaygıları derinleştirmekte ve günden güne ağırlaşan sosyo-ekonomik tablo iktidar değişimini zorunlu kılmaktadır.
Pahalılık sebebiyle markete, pazara, çarşıya gitmeye çekinen halka kayıtsız kalan iktidar ve medyası uzaya gideceği varsayılan “ilk Türk vatandaşı” hikayelerini anlatmayı vazife edindi. Bu temelde en geniş kesimleri içine alan düzlemde halkın gündemi yoksulluk, hayat pahalılığı ve enflasyon olurken iktidarın meşguliyet duyduğu konu başlıkları bambaşka bir seyir izlemekte. Ülke kaynıyor ama bunun sorumlusu olan iktidar “meleklerin cinsiyetini tartışan” vurgun duymazlıkla sorunları ‘sorun etmemeyi’ tercih ediyor.
Havuz medya “Şahlanış” vurgulu gündelik piyesler yazıp sahnelerken; ‘büyüyen ekonomi, küresel dengeleri yerinden oynatan, güçlenen ve ümmete liderlik eden ülke’ nakaratlarını dillerinden düşürmüyorlar. Çok rahat yalan söyleyen, eleştiriye anında ithamla karşılık veren ve devletin gücünü arkalayıp önüne geleni tehdit eden otoriter siyasi yapı kendisiyle beraber ülkeyi de uçuruma sürüklemekte.
“Enflasyon değil, bir nebze hayat pahalılığı var” lafzına yaslanan iktidar sözcülerinin ikisi arasındaki doğrudan bağı yok sayması bu temel sorun karşısında gayri-ciddi yaklaşımlarını yansıtır. TÜİK bile TÜFE’nin yüzde 73 olduğunu kabul ederken ‘enflasyon yok’ demek gerçeklikle alay etmektir. Bilindiği üzere reel piyasalarda bu oran yüzde 200’ler civarında.
Ekonomik buhranın tsunami etkisi yaratan sonuçlarına çare üretmekten imtina eden siyasi iktidar içeride baskıcı politikalara daha fazla bel bağlarken efsunladığı kitleleri dolduruşa getirerek kutuplaştırmadan fayda ummakta. Bu hesaplarla örülü pratikleri sürecin devamında daha sancılı gelişmelere sebebiyet verebilir.
Özellikle seçim atmosferine girildiği şu aşamada iktidarın süreç yönetimini akamete uğratmak, lehine kullanacağı şekilde ona manevra alanı bırakmamak ve halkta oluşan tepkiyi iktidar değişiminin kaldıracı olarak örgütlemek demokratik-devrimci muhalefet güçlerinin yegâne görevi olmalı.
Siyasi iktidarın mağdur ettiği, ezdiği ve operasyonel yönelimlerin hedefi olan halk kesimlerinin taleplerini görünür kılan ve değişimi dayatan gelişmeleri gündemde tutan bir muhalefet bloğuna ihtiyaç duyuluyor. Tekçi, militarist ve meşrebi politikalara yaslanan, içeride ve dışarıda yaratımına soyunduğu kaotik ortamlardan beslenen, halk kesimlerini gerici saik ve niyetlerle kutuplaştırmaya oynayan mevcut iktidara son vermek ve nihayetinde demokratik bir Türkiye’yi inşa etmek hepimizin ortak özlemi.
Egemen sınıf güçlerinin sistematik şekilde dayattığı tekçi politikalar, neden olduğu yapısal sorunlarla birlikte, devlet-toplum ilişkisini sakatlayan, farklı kimlik ve aidiyetlerin dışlanması ve yok sayılmasını koşullayan ve yaşam alanlarına dönük uyarlanan yönüyle ‘toplum mühendisliği’ doğrultusunda gericiliği körükleyen sonuçlar doğuruyor.
‘Bir arada yaşam’ realitesini somut bir gerçeğe dönüştürmemiz politik atmosferi ezilen kimlik ve aidiyetler lehine değiştirme iradesiyle mümkün olabilir. Bu temelde paylaştığımız kaygıları adil, onurlu ve özgür bir geleceğin kazanılması temelinde ortaklaştırdığımız ölçüde yaşanılabilir koşulları olgunlaştırır ve siyaset kurumunun demokratikleşmesini sağlayabiliriz.
İnkâr, asimilasyon ve adaletsizlik üreten sistemin örgütlediği gerici-şoven saldırganlık özgürlükçü ve demokratik iklimin oluşması önünde aşılması zorunlu bir engeldir. Tekçi ölçütlere göre biçimlenen, liyakat yerine biat esaslarının geçerli sayıldığı ‘makbul’ çizgileri kabul etmeden, haklar ve özgürlükler sorununa çözümler üretmeliyiz.
‘Eşit haklar ve inanç özgürlüğü’ başlıkları çözümünü bekleyen başlıca meseleler arasındadır. İnançsal-kültürel aidiyetini Alevi olarak tanımlayan milyonlarca insana reva görülen resmi-kurumsal ayrımcılık rejimin neden çürüdüğünün de bir göstergesi. Bugün her alanda palazlanan mafyatik çeteler, semiren ihale vurguncuları, kara paracılar, narko-terör şebekeleri, her biri paralel halde örgütlenen ve bürokrasiye çöreklenen cemaatler işte bu çürümüşlük zemininde at koşturuyor…
Güncelde içerideki sıkışmışlık halinden dikkatleri komşularla gerginliğe çeken siyasi iktidar gündem değiştirme noktasında eskiye nazaran başarısız olsa bile kendileriyle benzer kimyaya sahip ‘endişeli’ odaklar adına kimi siyasetçilerin dillendirdiği ‘mezhep-meşrep’ çekincesi ona aradığı malzemeyi sundu. Algı yaratımı için klişeleri hazır. Gollük pas ‘muhalefet’ olduğu varsayılan yerlerden gelince AKP’liler için topu ağlarla buluşturmak zor olmasa gerek. Seçim bahsinde başlatılan “Alevi aday” tartışması böyle bir amaca hizmet ediyor. Tartışmanın fitilini bu defa iktidar sözcüleri ve medyası değil, soldan sağa dizilimle ‘muhalif’ isim ve muhalefet belediyelerinden fonlanan internet siteleri ateşledi. Aymazlık, öngörüsüzlük ve pişkinlik çok katmanlı.
Düzen siyasetinde “Alevi’ye oy verilmez, Sünni Müslüman kesim endişeli” şeklinde çıkarımlara konu edilen manidar kampanyaya yoğunluk kazandıran yeni salvolar peşi sıra gelir. Partiler seçim çalışmalarına hız verdikçe “Alevi” vurgulu göndermeler görünür, duyulur olur. Hatırlatmak da fayda var. Mezhepçilik batağında debelenip toplumsal alanı dizayn edenlerin iğne ucu kadar ülkeye yararı dokunmadı. Yukarıda değindiğimiz gibi ‘zam, zulüm ve yolsuzluk üreten politik yapı’ Alevilere dönük kronik hazımsızlık taşıyanların eseri.
Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarların halk-emek düşmanı politikalarına ve rejimin hiyerarşik bünyesine dahil olmamış, tek tipçi dayatmaları kabul etmemiş ve bu açıdan kirlenmemiş olan Alevilerin mevcudiyeti ülke açısından kimsenin yadsıyamayacağı bir önem arz eder. Ulusal, sosyal ve inançsal sömürü çarkının dişlisi olmama onuru Alevilere ait.
Siyaset-toplum ilişkisine yaklaşım normları Yunus Emre’de ifadesini bularak “72 millete aynı nazarda bakan”, Hacı Bektaş-i Veli’yle “Düşünce karanlığına ışık tutan” ve Hz. Ali’ye atfen söylenen “Devletin dini adalettir” kabulüyle tarihsel devamlılığa tekabül eder. Yol; “Haksızlıklar karşısında eğilmemeyi” ve Pir Sultan’ca bir duruş kazanarak hak, hakikat ve adalet terazisinin ‘bozuk olduğu düzende sağlam çark olmayacağı’ bilinciyle hareket edilmesini öğütlemekte.
Din-mezhep olgusunu hegemonya, saldırı ve siyasi rant konusu yapan egemen güçlerin bu kirliliğe ortak olmayan Alevilere ‘çamur atması’ var olan gerçeği değiştirmez. Bu toprakların yüz akı Alevi toplumsallığı kire, pisliğe bulananların asla lekeleyemeyeceği ahlaki, vicdani ve kültürel zırhlara sahip.
Aleviler/Alevilik yolu hakkında şişirilen negatif algılara çalışanları sorgularken Hak Aşığı Vîrânî Baba’nın işaret ettiği mana penceresinden bakarız: “Yedi derya hikmetinden behre olan anlamaz, İlm-ü ledün manasını ahmak olan anlamaz, Küntü kenzden ders okurum cahil andan anlamaz, Gözü kör, kulağı sağır, bibasiret anlamaz.”
Şu husus bilinen bir hakikattir; Her kim ki Alevilerin siyasal ve sosyal tercihlerini kabahatmiş gibi sunuyorsa o kişi kendi kabahatlerini perdelemek için buna meylediyordur. Böyleleri ya din tacirliği yapan ya ırkçılık güden ya da kamu varlıklarını soyup soğana çeviren odaklarla ilişkilidir. Kriminal ortamlarda şekillenen tipolojiler…
Alevilere histeriyle yaklaşan, Aleviliğin A’sını duyunca anında ‘ama, fakat, lakin’ imalı gerekçeler öne süren ve eşitlik içeren talepleri ‘fitne’ sayan güruhlar iflah olmaz. ‘Endişeli’ diye tarif edilen bunlar değil mi? İnkâr, ötekileştirme ve baskı politikalarına yedeklenen güruhların Alevilerin hak mücadelesinden rahatsızlık duymasını garipsemiyoruz. Bağnazlığa, ırkçılığa, emek düşmanlığına ve otoriter yapıya karşı çıkan çoğunluğun içinde yer alan Aleviler öznel bir güç olarak değişimden yana taraftır. Yani ‘Endişeliler’ bir taraf, biz bir taraf…
“Hak güneşten daha zahirdir” diyor Hacı Bektaş-i Veli. Hakkın, adaletin ve aydınlığın tecelli edeceği yarınlar yakındır.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)