Sosyalist Emekçiler Partisi Genel Başkanı Güneş Gümüş ile iktidarın kadınlara bakışını ve kadın mücadelesini konuştuk.
Güneş Gümüş: “Biliyoruz ki bütün kadınlar çeşitli şekillerde ezilmişliğe maruz kalsa da hepimizin çıkarları ortak değil. Emine Erdoğan’la, Hilal Kaplan’la, Ümit Boyner’le; yani bu düzenin tepesine çöreklenmiş kadınlarla kız kardeş filan değiliz. Bu düzenin yükünü iki kere yükleyen emekçi kadınların sesinin, mücadelesinin temsilcisiyiz”
Şule Çet davası ertelendi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ne acı ki kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Cinayetler sonrasında toplumsal baskı yaratılabilirse katillerin hak ettikleri cezaları alabildiğini görüyoruz. Eğer Şule Çet’in tecavüze uğraması ve öldürülmesi kamuoyuna gündemine yansımasa ve yüreklerde yer edip bir mücadele konusu haline getirilmeseydi paranın gücüyle katillerin nasıl suçlarını örtbas ettiğini görmüş olurduk. Kızının katilleri cezasız kalmasın diye her platformda yer alan Şaban Naz’ın çabalarıyla Rabia Naz davasında bu örtbas etme halini aşmaya çalışıyoruz örneğin.
Yargının kadın cinayetlerindeki tavrı suçluların önünü açıyor. Kadını yaşadıklarının sorumlusu görerek katilleri kollayan bir anlayış bu noktada da kendini gösteriyor. Eşini sokak ortasında kurşunlayarak öldüren bir katil mahkemede “hoş geldiniz” diye karşılanıyor; kravat takıp takım elbise giyenler iyi halle ödüllendiriliyor. Bu nedenle kadın hareketinin temel sloganlarından biri “koruma, aklama, yargıla”.
Bu davayı ülkemizin içine düştüğü durumu da göz önüne alarak değerlendirdiğimizde kadın cinayetleri engellenebilir mi?
Kadın cinayetleri meselesi derinlikli bir toplumsal sorun. AKP, içinde ne yaşanırsa yaşansın aile devam etsin diyen, kadını erkeğe tabi bir konuma indirgeyen bir bakış açısını toplumda yaygınlaştırarak bu yangının üzerine benzin döküyor. Ancak bugün Arjantin’de de “Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz” söylemiyle güçlü bir kadın hareketi varsa meselenin sadece AKP’den ibaret olmadığını bilmek lazım. Kapitalizm var olduğu sürece kadınlar ezilmişliğin ve en üst perdeden şiddetin mağduru olmaya devam edecek.
Yine de kadın cinayetlerini engellemek konusunda atılabilecek somut adımlar var. Birçok kadın cebinde koruma kağıdıyla öldürülüyor. En son Ankara Mamak’ta kızını taciz eden kocasından şikayetçi olup boşanma davası açan Döndü Şengül, cebinde koruma kağıdıyla kızının yanında öldürüldü. Kadın hareketinin bu koruma kararlarının gerçek bir korumaya dönüşmesini; şiddet mağduru, ölüm tehlikesi altındaki kadınların kendi yaşamını kurabilecek duruma gelene kadar yerleştirilebileceği sığınma evlerinin sayısının ve gizliliğinin artırılmasını talep etmesi, bunun mücadelesini yürütmesi önemli. Nafakaya yönelik AKP’nin planladığı saldırıları dur demek ve boşanan her kadına iş bulmada öncelik sağlanmasını sağlamak da bu konuda önemli adımlar olacaktır. Kadına cehenneme dönüşen bir evlilikten kurtulup kendi ayakları üzerine durma imkanı sağlanırsa cinayete kadar uzanacak bir şiddet zincirinden kadınlar bir ölçüde kurtarılmış olur. Kadın cinayetleri tarihe gömmek istiyorsak kapitalist sistemi yerle yeksan etmek için mücadele etmek gerekiyor.
Halen kadın haklarını konuşuyor olmamız, yaşadığımız çağın anlayışına bakacak olursak utanç verici bir durum. Bunun nedeninin AKP’nin 17 yıldır yürüttüğü politikasının sonucunun ürünüdür diyebilir miyiz? Çünkü AKP genel Başkanının kadınları aşağılayıcı konuşmalar yaptığını biliyoruz. Bunun toplumsal etkisinin ne kadar olduğunu düşünüyorsunuz?
“Kadın kocasına ismiyle hitap etmemeli”, “Babanın kızına şehvet duyması doğaldır”, “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum.” Bu cümlelerin edildiği bir iktidarın 17 yıldır hakim olduğu Türkiye’nin kadın cinayetlerinde sıçrama yapması şaşırtıcı değil. Dini cemaatlerden başlayarak Diyanet’e kadar uzanan bir zincirde kadının yaşadığı her şeyi müstahak gören ve gördüren bir anlayış var. 17 yılda AKP’nin yarattığı kadının özgürleşmesinin düşmanı muhafazakarlaşmanın yükü çok. Ancak mesele bununla sınırlı değil. İçinde yaşadığımız kapitalist düzen kadına yönelik baskı, aşağılama, taciz ve cinayete uzanan şiddetin ana sorumlusu. Patronlar, ev işleri ve çocuk bakımının yükünü ailenin ve aile içinde de kadının sırtına yıkarak ödenecek maaşları düşük tutmak, böylece karlarını artırma peşindeler. Kadınların bu konumunu topluma kanıtsatmak için kadının yeri evi olduğunu söyleyen, kadını ikinci sınıflaştıran cinsiyetçi fikirler yaygın şekilde çocukluğumuzdan itibaren hepimize empoze ediliyor. Kadına yönelik bu bakış açısı, kadının ailedeki konumu ona yönelik her türlü şiddetin zeminini oluşturuyor.
Kadın hakları konusunda nasıl bir çözüm üretilebilir ve siz bu platformlarda bulundunuz mu?
Kadınların özgürlük ve eşitlik için mücadelesi, kadına yönelik cinsiyetçi fikirleri, kadını ikinci sınıflaştıran uygulamaları, kadına yönelik her türlü şiddeti zayıflatmak açısından önemli bir yerde duruyor. Geçtiğimiz yıllarda kürtajı yasaklamaya çalışanlara, bugün nafaka hakkına el atmak isteyenlere karşı kadın hareketinin güçlü tepkisi olmasa başarıya ulaşılamazdı, halen ulaşılamaz. Biz de EŞİTLİK kadın örgütümüzle kadın mücadelesinin aktif bir bileşeniyiz. Kızıl bir renkle kadın mücadelesinde varız. Biliyoruz ki bütün kadınlar çeşitli şekillerde ezilmişliğe maruz kalsa da hepimizin çıkarları ortak değil. Emine Erdoğan’la, Hilal Kaplan’la, Ümit Boyner’le; yani bu düzenin tepesine çöreklenmiş kadınlarla kız kardeş filan değiliz. Bu düzenin yükünü iki kere yükleyen emekçi kadınların sesinin, mücadelesinin temsilcisiyiz.
Kadın mücadelesin de yoldaşlarımız olan, bu kapitalist düzenin hayatlarını cehenneme çevirdiği erkek emekçileri de kazanıp dönüştürmeden başarıya ulaşılamayacağını unutmamak ve onları da bu mücadelenin parçası yapmak gerekiyor.
AKP iktidarı sadece kadınları mağdur etmiyor; çok geniş kesimlerde yaygın bir toplumsal hoşnutsuzluk var. Son olarak ODTÜ’den okullarında kavak ağaçları kesilerek yapılmak istenen bir KYK yurduna karşı güçlü bir ses yükseldi. Siz de bir ODTÜ mezunusunuz; bu konuda neler söylemek istersiniz?
AKP; ülkeyi bilim, kültür, kadın hakları, emekçilerin hakları, gençliğin yaşamı açısından bir çöle çevirmek istiyor. Buna karşı duran herkesi de düşmanı biliyor. ODTÜ de listenin başında geliyor. 17 yıl boyunca ne yazık ki toplumsal mücadelenin canlı unsuru olan birçok üniversite kampüsünü susturmayı başardılar ama ODTÜ’yü bir türlü susturamadılar. ODTÜ öğrencileri sadece kendi kampüslerini değil bütün bir toplumsal sorunları dert edindiler. Sadece kendi ormanlarına sahip çıkmıyorlar; Soma madencilerinin iş cinayetlerinde ölümüne karşı, kadın cinayetlerine karşı, Berkin Elvan için de yürüyorlar. Son mezuniyet pankartlarına bakınca görüyorsunuz toplumun sıkıntılarının ne kadar dert edinildiğini. İktidar ve onunla işbirliği halinde çalışan rektör, okul içine bir KYK yurdu dikerek yavaş yavaş kampüsün dokusuna müdahale edebilecekleri hesabındalar. Ancak hesaplar mücadele ile yarım bırakıldı. Beklemedikleri oranda güçlü bir tepki ortaya çıktı. 14 Temmuz’da okulun girişinden KYK yurdu yapılmak istenen Kavaklık alanına kadar uzun ve büyük bir yürüyüş gerçekleşti. Mezunu /öğrencisi ODTÜ’ye sahip çıkıyor. Kuruluşundan beri bu gelenek böyle. Aklın, vicdanın yanında olan; düşünen, sorgulayan gençliğin önünü kesmek isteyenlere karşı hepimizin ses çıkarması, bu mücadeleye destek olması lazım.
Ali Haydar Çelebi