Güzellik, güzel bedenden değil; güzel edimlerden doğar
Gökhan KÜÇÜK yazdı:
İnsanoğlunun güzelliğe olan tutkusu neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt. Avcı-Toplayıcı atalarımızın dahi estetik beğenilerinin gelişmiş olduğunu yapılan arkeolojik kazılardan çıkan bulgulardan anlayabiliyoruz. Henüz yerleşik düzene bile geçmeden -Tarım Toplumu- bir estetik beğeni oluşturmuş olmaları bize apaçık bir şekilde gösteriyor ki “güzellik” ve/veya “estetik olgusu” insan tabiatının sıradan bir getirisidir.
Ne de olsa ortaya çıkan bulgular hiçbir şüpheye yer bırakmayacak ve ikna edici bir şekilde primitif dönemlerden beri insanoğlunun güzelliğe ve estetiğe düşkün olduğunu gözler önüne sermektedir.
Sanırım bu da “güç istenci”nin bir başka ifadesi… Ya da bir başka deyişle, tezahürüdür.
Güç İstenci…
Güç istenci, Friedrich Nietzsche tarafından evrenin her türlü devinimindeki en temel istenç olarak tanımlanan kavram. Mikro ve makro kozmosu kaplayan bu kavram, tüm değişim ve dönüşümlere de kaynaklık etmektedir. Her detayda bu istencin izlerini yakalamak mümkündür. Nietzsche bu olguyu şöyle tanımlamaktadır:
“İnsan doğası tamamen güç istencinin bir şeklidir. Her türlü hareket ve eylem, güç istencinin hiyerarşik olarak üstünlük kurma tasarısından ibarettir.”
Evrim teorisinin doğal seleksiyon ilkesine göre de, güçlü olanın hayatta kaldığını hesap edersek, “güç istenci” Nietzsche’nin de dediği gibi, her türlü hareket ve eylem, güç istencinin hiyerarşik olarak üstünlük kurma tasarısından ibarettir.
O hâlde, güç istencinin muhteviyatı da çok yönlü ve muhtelif olmalıdır. Yani güç denince akla sadece salt bir fizik gücünden ziyade; akıl, zekâ, görünüm, estetik, para/maddiyat, retorik vb. birçok farklı etmeni işin içine dâhil edebiliriz. Ki doğrusu da budur.
Başarılı liderlere mercek tutacak olursak eğer, genele yakınının ya doğuştan ya da sonradan kazanılmış belli bir karizmaları olduğunu görmemiz kuvvetle muhtemeldir. İnsanları etkilemek, dikkatleri üzerine toplamak ya da tabiri caizse hedef kitleyi paralize etmek veya efsunlayabilmek için lider adayının belli başlı bir dizi özellikler ve yeteneklerle donanmış olması gerekir. Bu, doğuştan da olabilir, sonradan kazanılmış da. Kısacası şu ya da bu şekilde kişinin kendini muntazam biçimde geliştirmesi ile doğru orantılıdır: Diksiyon, kelime ve bilgi dağarcığı, girişkenlik, pratik zekâ, analiz yeteneği, stratejik düşünme kabiliyeti vesaire, vesaire. -Örnekleri çoğaltabiliriz-
Fakat günümüzde insanların hatırı sayılır bir bölümü, güçlü olmayı “dikkat çekmek ya da çekebilmek”ten ibaret sandığı için olacak, varını yoğunu dış görünüşüne harcıyor. Erkekler kaslı, estetik bir vücut arzusundayken kadınlar modern tıbbın kendilerine vadettiği tüm nimetlerinden yararlanma yoluna gidiyor. Bu da günbegün doğallıktan uzak, yapay bir estetik olgusunun ortaya çıkmasına yol açıyor.
Estetik cerrahi, modernizme geçiş ile birlikte insanoğlunun gündemini ciddi biçimde meşgul etmeye başlamış olsa da asıl ivmesini Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yakalamıştır. Savaş esnasında ciddi yaralar alan askerlerinin feryatlarını ciddiye alan Amerika Birleşik Devletleri, estetik cerrahi alanında ciddi yatırımlar yapmıştır. Plastik Cerrahi adı altında yeni bir tıp alanı peyda olmuş, deneme yanılma yöntemiyle de bugünlere kadar gelmiştir. Hatta günümüzde öyle bir raddeye ulaşmıştır ki keyfi operasyonların merkez üssü hâlini almıştır. Bugün kaşını beğenmeyen, burnunu düzelttirmek ya da dudaklarını şişirmek isteyen hiçbir engelle karşılaşmadan bu arzusunu yerine getirebilmektedir.
Pekâlâ, güzel bir gelişme bu. İnsanoğlunun moral motivasyonunu arttıracak veya psikolojisine pozitif yönde tesir edecek hemen her şey yararlıdır diye düşünüyorum. Fakat bir başkasına benzeme arzusu ya da gereksiz yere bıçak altına yatmak ne derece sağlıklı, bu konuyu naçizane tartışmaya açmak istiyorum.
Kimi estetik fenomenlerinin kendilerini Barbie bebeklere ya da anime ve çizgi roman karakterlerine benzetebilmek adına hatırı sayılır bir servet ödedikleri bir sır değil günümüzde. Bununla beraber, “Beni baştan yarat!” deyişinin de estetik cerrahların sıkça kulaklarını tırmalayan sözlerden biri olduğu ayan beyan ortada. Bir bakıma problemin düğüm yeri de burası: Kişi neden veya hangi gerekçe ile bir başkasına benzemek ister?.. Konuyu yüzeysel olarak ele alıp irdelediğimiz de ortaya kişinin kendisini beğenmediğini ve bu sebepten beğendiği figürler veya aktörlerden birine benzemek istediği için bıçak altına yattığı cevabının çıkacağı muhakkak. Ama altta yatan problemin çözümünün bu kadar basit olmadığı da şüphe götürmez bir gerçek. Çünkü kişinin kendisini tanımak ve kendisi ile barışmak yerine bir yabancıya dönüşme arzusu ciddi anlamda psikolojik bir rahatsızlığa işaret etmektedir.
Mutluluğu görünümden ibaret sananlar mutlu olamazlar
Yukarıdaki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi, kişisel gelişimine önem vermek, bilincini keskinleştirmek ve farkındalık katsayısını arttırmak yerine zamana direnemeyecek bir et parçasına yatırım yapmak kişiyi mutlu yapmak şöyle dursun, son kertede -büyük olasılıkla- kişinin mahvına yol açacaktır. Çünkü depresyon, psikoz, mutsuzluk, fiziki deformasyon vb. envaiçeşit fiziksel ve psikolojik olumsuzluk kişinin doyumsuzluğu ile doğru orantılıdır. Ve maalesef günümüzde estetik cerrahi bir tıp dalı olmaktan ziyade, oldukça kârlı bir ticaret metasına dönüşmüştür. Amiyane tabirle cadde ve sokaklar, aynı burunlara, aynı dudaklara, aynı kalçalara sahip, mimiksiz kadınlar ve mimiksiz erkeklere ev sahipliği yapmaktadır. Bilhassa da estetik mağdurlarının dramı yürek burkuyor. Oysaki insan, zamana yenilir. Yer çekimine direnemez. Bu, basit bir doğa kanunudur. Nesneler bile zamanla yıpranıyorken etten kemikten olma insan nasıl zamana direnebilsin?.. Aslında tüm mesele bunun farkına varmak, bunu kabullenmek ve yaşamını bu gerçek üzerine inşa edebilmek de. Gerisi teferruat…
Bilinçli bir insan zaten kendisine neyin yakışacağını bileceğinden yaptırmak istediği operasyonlarda da aşırıya kaçmayacaktır. Mümkün mertebe kendisine yakışanı yapacaktır. Saçı dökülen -istediği taktirde- saç ektirecek, nefes almakta zorlanan, burnu kırılan ya da yamuk bir burunla dünyaya gelen burun estetiği olacak, kilo alıp vermekten derisi sarkan gerdirme operasyonu için bıçak altına yatacaktır. Bunlar oldukça doğal dokunuşlardır. Zoraki olmasalar da bu sebepten dolayı moral bozukluğu yaşayan insanlara ilaç gibi gelecektir.
Fakat “beni baştan yarat!” ya da “beni bir başka figüre benzet!” gibi akıllara zarar arzu ve istençler, estetik cerrahlarından ziyade düpedüz psikiyatrları ilgilendiren problemlerdir. Maalesef günümüzde gıdalar, sebze ve meyveler gibi insanlar da homojen ve organik olma özelliğini büyük ölçüde yitiriyor. Gerek medya eliyle, gerek magazin programlarıyla, gerekse dizi ve filmler aracılığıyla olsun insanlara yüksek dozda yapay bir estetik algısı enjekte edilmekte. Bu da insanları doğallıktan -özellikle de kendi doğallıklarından- uzaklaştırmaktadır. Bir kadın selülitli bacakları, kırışık alnı ya da sarkmış göğüsleri ile de gayet çekici ve seksi olabilir. Keza bir erkek de dökülmüş saçları, göbeği ve zekâsı ile çok karizmatik görünebilir. Ne de olsa güzellik görecelidir.
Bunların kusur olduğunu iddia eden günümüzün en tesirli büyüsü ‘Televizyondur’. Yani bunların uzun vadede bir geçerliliği yoktur. Diğer taraftan estetik, güzellik ya da yakışıklı olmak kalıcı bir mutluluğa neden olsaydı, standartların üzerinde bir aurası ya da albenisi olan yakışıklı ve güzel rock ve pop starlar, sinema oyuncuları, jönler, aktörler, bilhassa kariyerlerinin zirvesindeyken intihar etmezlerdi sanırım, öyle değil mi?..
İşte tam da bu nedenle, tüm yatırımın beyne yapılması gerektiği kanaatindeyim. Beyin güzel ya da karizmatik olduktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. İlerleyen yaşlarda insan -gerektiği taktirde- beğenmediği yerlerini de düzeltir, ya da olduğu gibi hayatına devam eder. Ama her halükârda mutlu bir şekilde. Çünkü tüm yatırımını beynine, yani nöronlarına yapmıştır. Fiziki güzellik ya da yakışıklılık yerine kültürel ve entelektüel yakışıklılığı tercih etmiştir.
Sonuç olarak Tanrı ya da doğa -artık hangisine inanıyorsanız- her insana ve hatta tabiatta bulunan her türlü yaşam formuna kendine özgü bir güzellik tahsis etmiştir. Bizi başkalarından ayıran yegâne özelliğimiz bireysel farklılıklarımızdır. Hâl böyleyken, bir başkasına öykünmenin ve hatta tıpa tıp öykündüğümüz insana dönüşmemizin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bizim alamet-i farikamız bizzat kendimiz, yani kendimize özgü karakteristik özelliklerimiz, mizacımızdır. Ayrıca her insanın iyi ve kötü yanları olduğu gibi, fiziki bağlamda da göze hoş gelen uzuvları vardır. Medyanın pohpohlaması ve bilinçsizliğin getirisi ile bazen dış görünüşten başka hiçbir şeyi değer ölçüsü olarak kabul etmesek de en nihayetinde bu son derece yanlış bir bakış açısıdır. Söz konusu aşk ya da sevgi olduğunda dahi insanların bizi biz olduğumuz için sevmesini yeğleriz. Fiziki görünümümüzden ziyade, iyi edimlerimiz ve güzel huylarımızdan etkilenmelerini tercih ederiz. Ne de olsa görsellik çoğu zaman aldatıcıdır. Önemli olan görünenin altında yatana ulaşmaktır.
Görsel estetiğin inanılmaz boyutlara ulaştığı bir çağda bunları yazmam tuhaf kaçabilir ya da kimilerini rahatsız edebilir ancak burada yazılanlar kelimesi kelimesine doğrudur. Engin bir hayat tecrübesinin izdüşümleridir.
Güzel bakan güzel görür, demişler. Aslında bir nevi hemen her şey karşımızdaki insanın bakışlarında gizli. Bizi nasıl gördüğü ile alakalı. Ama bundan da önemlisi bizim kendimizi nasıl gördüğümüzdür. Aslını ararsak eğer, tüm giz burada yatmaktadır. Biz kendimizle barıştıktan sonra, kim nasıl bakarsa baksın bizim için çok da önemli olmayacaktır. Zaten n’aparsak yapalım herkesi memnun edemeyeceğiz. Kimileri bizi -olduğu gibi- kabullenip sevecek, kimilerine de ağzımızla kuş tutsak yaranamayacağız. Bu yüzden ufak tefek meseleler için hayatımızı kendimize zehir etmenin hiçbir esprisi yok.
Hâsıl-ı kelam, bilahare estetik bir operasyona karar verdiysek dahi bunu başkaları için değil bilakis kendimiz için yapmalıyız.
Güzellik gelip geçicidir, tıpkı ömür gibi.