Hakikatin Darına Durmak: Alevilikte Kadın (3)
Tevfik USLUOĞLU yazdı:
Bu satırlardan sonra eşitlik meselesini dini kaynaklar ile değerlendirip kadın meselesine kalemimizi çevirir isek sormamız gereken ilk soru şudur:
Benim ülkemde ayaklarının altında cennetin olduğu söylenen kadının katledilmediği gün var mı? Bunun arkasında yatan gerçek nedir? Kadın kıyımında kültürel kodların işlevi nedir? Din adına, toplum adına, namus adına, kadının bedeni ve ruhu üzerinden oluşturulan piyasa iktisadının bir unsuru haline getirilmiş ve bunu besleyen siyasal ve sosyal düzen gerçekten Kur’an’i mi? Yoksa eril değerlerle yoğrulmuş egemen sistemin ürünü ve üretiminin yorumu mu? Bu sorular ile kadın denklemini ortak hayatın merkezine yerleştirerek insan soyunun tüm versiyonlarını yüceleştirmek için demokratik erkek- özgür kadın idrak edilmesi gerekmektedir.
Eşitlik:
İnsan gibi inançta canlıdır. İnancın yaşamsal süreci çevre ve ortama uydurulmasına bağlıdır. Zaman ve uzama bağlı olarak inançlarda kendini yenilemek durumunda kalırlar. İnançlar için devrim ve evrim gibi uyum koşulları geçerlidir. Nitekim geçmiş ve gelecek ilişkisi bile evrimin bir ürünü olarak açıklanabilir. Gelişmeler bunun üzerinden yükselir. Tarih geleceği geçmiş üzerinde kurarken hiçbir öznel öğenin tercihlerine bakmaz bununla da ilgili olmaz. Kimse kimsenin geçmişiyle ilgili olumlulukları gelecek içinde öznel çabalarıyla yer vermesine olumsuz bakma hakkına sahip olmamalıdır. Bu anlamda egemen kültürün aczi, zaafı ve ötekileştirmesi üzerinden farklılıkları okumak yerine öz kaynaklar ve alternatif yaklaşımlar üzerinden inancı okumak daha doğru olacaktır. Bu yönüyle İslam’ın kutsal metinleri kadar tarihsel İslam düşüncesi de kadın varlığını ontolojik, dilsel, tarihsel, siyasi, hukuki, ahlaki vb. açılardan ilgi alanı içinde tutmuş ve geniş bir literatürün oluşumuna neden olmuştur. Burada üzerinde durduğumuz Kur’an bağlamında hangi kadın imgesinin öne çıkarılması gerçeğidir. Elbette ki iktidardaki İslam algısı içinde yer alan ve kadını pasif unsur olarak gören algı değil. Nitekim “kısaca söylersek, tıpkı dünya görüşlerinin, algılayışlarının, paradigmaların değişmesi gibi kadın imgesi de sürekli tarih içinde bir şekilde değişime uğramıştır” (Fidan,2006: 132). Bu bağlamda kadın üzerine bir boyutuyla bir çalışma yürütülecek ise; kadın imgesinin dilsel boyutu, kadın imgesinin tarihsel boyutu ve kadın imgesinin ontolojik boyutu üzerinde durulmalıdır.
Bu anlam da: “O ki, seni yarattı, (özüne) eşitliği koydu, adaleti yerleştirdi.” (İnfitar; 82/7; ellezi balağake,fesevvake,feadeleke) “Ana rahminde bir atımlık nutfe ve aşılanmış yumurta (alak) halinde oluşurken eşit değil miydik? Orada tek bir nefs olarak eşitçe yaratılıp biçim verilmemiş miydik” (Şems;91/7: ve nefsin ve ma sevvaha)? “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, akıtılan bir meninin içinden bir nutfe değil miydi? Sonra bu aşılanmış bir yumurta oldu, derken Allah onu eşitleyip biçimlendirdi. Ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etti” (Kıyamet; 75/36-39). “Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Onu kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar az şükrediyorsunuz” (Secde; 32/9)! “Görüldüğü gibi insanın yaratılışını anlatan ayetlerde “seva/ tesviye” kavramının kullanılması çok manidardır. “Biçim verdi, düzenledi, tam yaptı” denmek istenirken, hep eşitlik kökünden gelen bu kavram kullanılır. Bunun anlamı; kadın ve erkeğin eşit bir şekilde yaratıldığı, ana rahminde böylece biçim verildiği, düzenlendiğidir. Yaratılıştaki eşitlik anlatılmak istenir” (Eliaçık; 2015: 144).
Bu anlamda bu çalışmada ısrarla üzerinde durmaya çalıştığım, yaygın olan “İslam’da kadının adı yoktur” kanısını ters yüz etmek ve ikincisi ise Kuran da kadın-erkek ilgili hükümlerin neredeyse tamamının “kadınların lehine” geliştiğini göstermektir. Diğeri ise toplumda var olan yargılardan dolayı “kadın üzerine serpilen ölü toprağının kaldırılıp” yeni bir sürecin başlatılması adına katkı sunmaktır. Kur’an kendi etkin tarihinde okunup nüzul süreci ve tamamlanması dikkate alınarak toplumsal evrim süreci ile değerlendirildiğinde kadın ile erkeğin eşitlendiğini görürüz. Bu sonucu ancak kabileci gelenek ve törelerin üstünde, objektif ve ön yargılardan sıyrılarak değerlendirme yapıldığında görürüz. Bunun nasıl gerçekleştiğini en tartışılan Nisa süresi üzerinden yapalım: “Ey insanlar! Sizi tek bir özden iki eş var ederek yaratan, sonra ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip çoğaltan Rabbimizin bilincinde olun. Adını dilinizden düşürmediğiniz “Allah’a” saygılı olun, aile bağlarını gözetin. Unutmayın, Allah hepinizi çok iyi görüyor” (Nisa, 1 ayet).
“Eski dünya dinlerinde doğum olayının “ruhların işi” olduğuna inanılırdı. Eski Yunanlılar doğumda kadının hiçbir etkisinin olmadığına inanarak, her şeyin erkekten geldiğini düşünür ve kadını insan yerine koymazdı. Tevrat’ta Havva’nın kaburga kemiğinden yaratıldığını yazar. Hıristiyanlar için ise Havva Âdem’i kandıran bir mahlûk olduğu için daha baştan Şeytan’dır. Oysa Kur’an insan doğumunun “karışımlı atılıp saçılmış bir su’dan (76/2) yaratılıp geldiğini söyleyerek bebeğin oluşumunda erkek ve kadının birlikte etkisinin olduğu açıktır (…)” (Eliaçık,2014: 276). Kadınları Nisa adını verdiği sure ile anlatır. Israrla kadın ve erkeğin, karşı cins olarak “tek bir özden” aynı anda var olduğu vurgulanır. Yani eşitlik söz konusudur. Nisa süresinde eşitliğin yanı sıra “çok eşliliğin kaldırıldığı, kadınlara yönelik adaletin tavsiye edildiği kadınlara haklarının verilmesi gerektiği, cariyeliğin, köleliğin kaldırıldığı ifade edilir” (Nisa; 2-3-4-7-19-20-22-24-34- 129 ve Ahzap; 52 ayete bknz.).
Bundan dolayı İslam “kâmil” bir din olarak kabul edilir. Hıristiyanlığın eksik bıraktığını tamamlamıştır. Bu dikkate alınarak egemenlerin adaletini din üzerinden okunmak yerine bunun sorgulanması gerekmektedir. Toplumsal adalet içinde egemen İslam kadar egemen “kültür ve adetler” akıl süzgecinden geçirilmelidir. Kur’an yorum ve çevirilerinin “Aramicenin de” dikkate alınarak yapılması anlamlı olacaktır. Ezilen, sömürülen kadından yana Nisa süresi ile kadından yana olunduğunu ifade etmekte hiçbir sakınca olmadığını söyleye biliriz. Kadın-erkek çelişkisini dinden öte iktisadi ve toplumsal şartlar kapsamında bir bütün olarak sorgulamak daha doğru olacaktır.
“İktisadi ve toplumsal şartlara bağlı olarak cinsler arasında ezen ve ezilen şeklinde bir tarihsel çelişkinin ortaya çıkması, tarihler boyu sürecek bir tartışmanın da fitilini ateşlemiştir. Bu çelişkinin sınıfsal, ekonomik, toplumsal, kültürel vb. çelişkilerden daha köklü olduğunu dolayısıyla tarihsel, düşünsel, kültürel ve toplumsal açıdan çözümünün tahmin edilenden çok daha komplike ve zor olduğunu bir tez olarak ileri sürmüyoruz. Kolektif insanın üretken bir güç olarak makineyle veya üretim araçlarıyla ilişki kurması ve bu temelde yeni ve üretim biçimlerine yönelmesi nispeten daha kolay olmuştur. Buna karşılık insanın insanla, cinsin karşı cinsle, erkeğin kadınla, insanın doğayla, hayvanlarla vb. ilişkilenmesinde belirleyici rol oynayan ve genel anlamda üst yapı olarak tanımlanan etmenlerin çözülmesi daha zordur.” (Işıldar, 2014:5-6).
Bir kadın için direnmek onurluca, özgürce, kendi parmak iziyle ortak yaşamda yer almak demektir. Bu tarihi savaşımın hiçbir biçimi yürek atışlarının depreşimi olan duygusal dünyada gölge etmez, etmemelidir. Çünkü üstün kadınlar, keskin akıl yürütmelerine duygunun biçimlerini vermesini bilirler. İman, akide, din ve masumiyet yolunun mütefekkir ve yol göstericisi olan kimi kişiler, din, iman, inanç, masumiyet adına eskilerden miras kalan, gelenek ve görenek haline gelen her tür şekli, Kur’an’ın deyimiyle “evvelkilerin geleneklerini”, eskilerin efsanelerini “kutsallaştırıp yüceltmişler” “atalarını” takip ettiği yolu devam ettirmişlerdir. “Kadim” olanı “dini” olanla bir tutmuşlardır. Her tür “değişimi” hatta giyim konusundaki bir farklılığı bile küfür olarak telakki etmişlerdir. Teslimiyetten kaynaklanan muhafazakârlığı, geleneklere tapıcılığı, geçmişi yüceltmeyi ve her türlü yenilik ve değişimden kaçmayı “İslam” ile bir tutma hatasına düşmüşlerdir. Aynı şekilde kadının da geçmişteki konumunun değişmesini tasvip etmemişlerdir. Kadının alıştıkları/ beğendikleri şekilde ve işlerine gelen formda kalmasını istemişlerdir. Zira bu eskilerden kalan bir gelenektir. Üstelik bunu da “İslam böyle istiyor” diye lanse ederek yapmışlardır. “Onlara göre, kadın kıyamet gününe kadar dinin vazettiği şekilde, yani şuan olduğu gibi kalmalıdır. Dünya değişebilir, her şey değişebilir hatta bizzat beyefendinin kendi şahsı ve oğlu değişebilir ama kadın olduğu yerde durmalıdır. Bizzat peygamberin kendisi, kadını, bu beyefendinin istediği tarzda dizayn etmiştir. Bunlar insanları saptırıyor. Ne kadar yazık! Çünkü kimse bunların laflarını ciddiye almıyor. Değişen bir şeyi sabitlemek mümkün değildir. Kadında ister istemez değişimden payını alacaktır. Belki isteyerek de bu farklılaşmaya ayak uyduracaktır. Zira zaman akıp gitmektedir, zaman hareket halindedir. Toplum kabuk değiştirmektedir. Adetler, alışkanlıklar, formlar başkalaşmaktadır. Ancak “hakikat” canlı kalmaktadır. “Zamana bağlı hükümler” ise yok olmaktadır. Eğer hakikatle beraber, tali meseleleri de muhafaza etmeye çalışırsak, zaman denen mefhum bu ikincil meselelerle beraber hakikati de çarklarının arasında yok edecektir” (Şeriati,2016:55)