Hükümetin iflas eden salgın politikası
Veli BEYSÜLEN yazdı:
Merhaba GazeteLink okurları. Uzun süren işçilik hayatımda ve sonrasındaki emeklilik dönemimde, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı sendikalarda, işyeri temsilciliği, şube ve merkez yöneticiliği ile Genel Başkanlık yapmış biri olarak; Türkiye’de uygulanan ekonomik, siyasi ve sosyal politikaların emekçi kesimlere yaşattığı sorunları, ülkenin genel gündemiyle harmanlayarak yazacağım yazıları imkânlar el verdikçe sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Bugünkü konumuz, son bir yıldır dünyada yaşanmakta olan virüs salgınında hükümetin aldığını söylediği ya da alamadığı tedbirler ile bunların emekçilere olumsuz etkileri.
Dünyayı etkisine almış olan salgın, sadece sağlık sorunlarına yol açmadı, kapitalist sistemin süreklileşmiş krizini de tetikledi. Pandemi koşullarında yaşanan ekonomik daralma ve onun sonucu olan üretim düşmesinin faturası bir kez daha emekçilere kesildi. Bunun neticesinde, özellikle sanayisinin tek işlevi gelişmiş sanayilere ara mal üretmekten ibaret olan Türkiye gibi ülkelerde işsizlik tavan yaptı. Kuşkusuz geçtiğimiz 2020 yılında, virüs salgınının ortaya çıkış nedenleri, yayılması, tek tek devletlerin salgınla mücadeledeki yetersizlikleri, kamu sağlık sisteminin çökertilmesinin yol açtığı kaos ve insanların güvenceden yoksun olmaları, ülkeleri yöneten popülist liderler ile siyasi anlayışların vurdum duymazlıkları, üretimi sürdürme ısrarı nedeniyle virüsün yayılmasının önüne geçilememesi, bilimin değil siyasetin salgınla mücadelede öne çıkması, son yıllarda geri plana atılmış ve yeterli yatırım yapılmamış bilimin salgına karşı ilaç ve aşı bulmada yetersiz kalması, aşı çalışmalarının ülkeler ve şirketler arası yarış malzemesi yapılması gibi insanlığın ders çıkarması gereken birçok konu var. Sanıyorum yaşadığımız ülke Türkiye, tüm bu konuların yanı sıra, salgınla ilgili gerçek bilgilerin paylaşılmaması başta olmak üzere, hükümetin aldığı ya da alamadığı tedbirler nedeniyle yaşananların uzun uzadıya değerlendirilmesi ve bunlardan dersler çıkarılması gereken ülkelerin başında geliyor.
Ülke, yönetimin aşırı merkezileştirilmesi, hatta tek kişiye bağlı hale getirilmesinden dolayı ciddi sıkıntılar yaşıyor. Ülkede her şey öylesine tek kişiye bağlanmış durumda ki, salgınla mücadelede bilim insanları, siyasi partiler, TBMM, yerel yönetimler hatta bakanlar, meslek örgütleri, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri devre dışı bırakıldılar. Sadece devre dışı da bırakılmadılar, başta en ön safta, hayatlarını riske atarak salgına karşı cansiperane mücadele eden hekimlerin meslek birliği Türk Tabipler Birliği (TTB) olmak üzere, alanda çalışanların bağlı oldukları sendikalar, dernekler, odalar, hedef haline getirildiler, değersizleştirildiler; konuştukları duyulmasın diye ihanetle, terör örgütleri işbirlikçiliği ile suçlanarak kapatılmaları yüksek sesle dile getirildi.
Tüm baskı ve susturma politikalarının amacı, toplumun salgın hakkında gerçek bilgilere sahip olmasını engellemek ve iktidar hanesine bir başarı hikayesi yazmaktı. Maalesef bu süreçte, bilim insanlarının, sağlık çalışanlarının bağlı oldukları sendikaların ve meslek örgütlerinin konuşmalarının engellenmesi sonucu konu hakkında bilgi aktaracak tek yetkili olan Sağlık Bakanı tarafından tek elden yapılan açıklamalarla, tozpembe tablo çizildi ve eksiklikler gözden kaçırıldı. Bu da yetmedi, her açıklamasında Cumhurbaşkanına defalarca teşekkür edip şükranlarını sunan Bakan, çoğu zaman gazetecilerin sorularına cevap vermedi veya kaçamak cevaplar verdi. Sınırlı konuşabilen Bakan, Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ve kendi başkanlığında toplanarak, salgınla ilgili değerlendirmeler yapıp kararlar alan Bilim Kurulu’nun aldığı kararları da açıklayamadı ve onları Cumhurbaşkanı’nın onayına sunacağını ilan etti. Böylece kurulun işlevsiz olduğu eleştirilerini haklı çıkardı.
Sonraki süreçte, muhalefet partilerinin, yerel yönetimlerin, sağlık çalışanları ile bilim insanlarının, gerçek sayıların açıklanmadığı yönündeki yoğun eleştirileri üzerine, bakanın vaka sayılarını değil, sadece belirti gösteren hasta sayılarını açıkladığı ortaya çıktı.
Bu yaklaşım ekonomik kaygıların sonucudur.
Yaz başında tüm karşı çıkışlara rağmen sermayenin turizm geliri sevdası ağır basmış ve turizm sezonu gözetilerek zamanından önce serbestleşmeye geçilmişti. Bu yüzden kısmen düşmüş olan salgın, yaz sonundan başlayarak sonbahar aylarında tavan yaptı. Ve ne yazık ki, artık her gün bu ülkenin yüzlerce yurttaşı hayatını kaybediyor.
Kuşkusuz salgının her gün daha da yaygınlaşmasının en büyük nedeni, kapitalizmin bitmek tükenmek bilmeyen kâr hırsı ile üretimi sürdürme ısrarıdır.
Türkiye pandemiye, yeni hükümet sistemine geçiş yapılan 24 Haziran 2018 genel seçimlerinin hemen ardından başlayan ve sürmekte olan ekonomik krizin yol açtığı ağır ekonomik koşullar altında yakalandığı için, hükümet ekonominin içinde bulunduğu çıkmaz nedeniyle, bu ısrarı kıracak parasal gücü kendisinde göremedi. Bu nedenle salgının tavan yaptığı dönemde bile işyerleri aralıksız çalışmaya devam etti.
Türkiye’de sokağa çıkma yasağının uygulandığı hafta sonları ile bayram günlerinde bile inşaatlar da dahil, binlerce işyeri özel izinlerle üretime devam etti. Yüz binlerce işçi, toplu taşıma veya servis araçlarında tedbirlerden yoksun işyerlerine gittiler. İşyerlerinde fiziki mesafe, maske, eldiven ve hijyen gibi tedbirlerin olmadığı ortamlarda, virüs bulaşması riski altında çalıştılar, yemekhanelerde yemek yediler. Birbirlerinden kaptıkları virüsü akşam evlerine taşıdılar, aile bireylerine bulaştırdılar. Eş dost akraba ziyaretlerinde akrabalarına bulaştırdılar.
Peki, hükümet ne yaptı dersiniz?
Salgının bu şekilde önlenemeyeceğini belirtenlerin, acil olanlar dışındaki tüm işlerin durdurulması ve en az 15 gün süreli genel karantina uygulanması yönündeki çağrılarını duymazdan geldi. Tedbir olarak, 65 yaş ve üstü yaşlı insanlar ile 20 yaş altı çocuk ve gençlerin sokağa çıkmalarını yasakladı. Küçük lokanta, cafe, resturant, bar, kahvehane, düğün ve sinema salonu, spor merkezi ile sokakta tezgah açanların tezgahlarını kapattı. Yeterli gelir desteği verilmeden, bu tür küçük işletmelerin kapatılması, bunları işleten küçük esnaf ile onların yanında çalışanları açlığa mahkûm etmektir. Küçük işletmelere bunu yapan hükümet, büyük sermayeyi teşviklerle beslemeye devam etti.
İşçilerin, işten çıkarılmalarını yasaklıyoruz diyerek, işverenlere işçileri tek taraflı ücretsiz izne çıkarma yetkisi veren yasal düzenleme yaptı. Bu düzenleme ile ücretsiz izne çıkmayı kabul etmeyen işçinin iş kanununda bulunan iş akdini haklı nedenle feshetme ve tazminatını alma hakkını ortadan kaldırdı ve işçileri işsizlik sigorta fonundan vereceği 1.168 lira ile yaşamaya mahkum etti.
Genel bir kapanma uygulanmadığı için, salgınla mücadele süreci uzuyor, bir yandan sağlık sisteminin kapasitesi ile sağlık çalışanları ağır iş yükünü kaldıramaz duruma gelirken, diğer yandan can kaybı artarak devam ediyor.
Sürecin uzamasıyla işsizlik hızla artıyor ve emekçi insanlar daha çok yoksullaşıyor.
Ana sınıfından üniversiteye kadar, eğitimin tüm kademelerinin aksaması ve okulların eğitim verememeleri nedeniyle, çocuklar ile gençler yeterli eğitimi alamıyorlar.
Yine uzayan süreç, birçoğu kronik hastalıklarla evde kalmak zorunda kalan 65 yaş üstü insanlar ile düzenli kontrol ve tedavi gerektiren hastalıklara sahip pek çok kişinin gerekli sağlık hizmetine ulaşmalarını engelliyor, aktif yaşamdan kopmalarına neden olup onların çok daha büyük sağlık problemleri yaşamalarına yol açıyor.
Tüm bu gerçekler ortada duruyorken hükümetin, “Evde kalın, hayat eve sığar.” kampanyaları ile insanları evde kalmaya çağırması hiç gerçekçi değildir. Yapılması gereken şey bir an önce, bilimsel veriler ışığında tüm yurttaşlara gerekli gelir garantisi verilmesi ve zorunlu olan işler dışındaki tüm işler durdurularak tam kapanma ilan edilmesidir. Ancak bu yapıldığında, salgın kısmen de olsa kontrol altına alınabilir ve daha fazla insanın hayatını kaybetmesinin önüne geçilebilir. Böylece süreç kısalacak ve insanlar daha fazla gelir kaybı ile karşı karşıya kalmayacaklardır. Bu aynı zamanda, sağlık sisteminin sürdürülebilirliği ile ağır iş yükü altında bunalmış olan sağlık çalışanlarının nefes almalarını da sağlayacaktır.
Kısacası hükümetin, iflas etmiş, kendisi var dese de aslında olmayan ‘salgınla mücadele politikasının’ yetersizliğini görmesi ve gerçekçi bir mücadele politikasını uygulamaya koyması elzemdir.