Nazım Hikmet, memleket; memleket, Nazım Hikmet!
3 Haziran 1963’te sabah, gazetesini almak için evden çıkmıştı. Apartman kapısına yürüdü, gazetesine uzanırken kalp krizi geçirdi. Nazım Hikmet, hayata veda etti ama ölmedi!
AİLESİ
Ressam bir anne Celile Hanım ve Yahya Kemal ile yaşanan aşk
Nazımın annesi Celile Hanım 1880 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Celile, saray ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alarak portreler yapmaya başlar. 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlenir. İleride Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi olacak ilk çocukları Nazım, 1901’de Selanik’te dünyaya gelir.
Celile Hikmet Hanım resimleriyle olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandır. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıdır. Oğlu Nazım’a ders vermek için evlerine gelen Yahya Kemal bu eşsiz güzelliğe tutulur. Celile Hanım, şiddetli geçimsizlik sebebiyle 1917’de Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu sırada ünlü şair Yahya Kemal ile tanışmıştır. Celile ve Yahya Kemal arasında büyük bir aşk yaşanır; ancak ne yazık ki bu ilişki Celile’nin arzu ettiği gibi evlilikle sonuçlanmaz.
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”
Annesiyle babasının boşanmasından şiir hocası Yahya Kemal’i sorumlu tutan Nazım, derse geldiği bir gün hocasının ceket cebine bir not bırakır: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
11 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de yazdığı Otobiyografi şiirine bu dizelerle başlıyor Nâzım. O destansı hayatı, en iyi bildiği yöntemle anlatıyor. Ömrünü şiirine sığdırıyor.
Yol Türküsü
Alnımızda yanar gençliğin tacı
yorgunluğun anasını satarız
Sabah buradaysak, akşam ordayız
günlerin peşinde bir hovardayız.
Nâzım 18 yaşındayken Faruk Nafiz (Çamlıbel), Yusuf Ziya (Ortaç) ve Vâlâ Nureddin ile henüz “Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman”a dönüşmemiş İstanbul’dan yola çıkarak Milli mücadeleye destek vermek için Anadolu’nun yolunu tuttu. Nâzım ve Vâlâ Nureddin hedefe vardı. 75 saatlik meşakkatli yolculuktan geriye iki arkadaşın dilinde Yol Türküsü kaldı.
19 Yaşım, benim ilk çocuğum…
Nazım, 19 yaşında Moskova’ya gitti. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde okudu. Devrimin ilk yıllarında komünizm ile tanıştı. Üç yıl sonra eğitiminin yeterli olduğuna, ülkesine dönüp haksızlıklara karşı çıkma vaktinin geldiğine inandı ama Moskova ziyareti bununla tamamlanmayacaktı.
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Sana anam gibi hürmet ediyorum
edeceğim
Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum
gideceğim
Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım
Aydınlık Günleri
…
Şu Marks’ın kafası,
Lenin’in gözüyle yazan muharrir!..
Sonra bu şiiri söyliyen şair!..
Bütün bunların,
şunların,
onların,
hepsi…
Hepsinin alnında (güneşten) tacı!.
Hepsi Aydınlık’çılardan
Hepsi Aydınlık’çı.
Nâzım, Rusya dönüşü Aydınlık dergisini yeni adres olarak seçti. Ancak yazarlarının çoğu Takrir-i Sükûn Kanunu ile tutuklanınca Nâzım’ın rotası yeniden Moskova oldu. Geride hakkında gıyaben verilen 15 yıla mahkûm edildiği bir dava kalmıştı.
Moskova’da geçirdiği üç yılda, Türkiye’ye dönme çabaları sonuçsuz kaldı. 1926’da çıkarılan af bile onun Türkiye’ye dönmesi için yetmedi. Gizli parti üyesi olmak suçlamasıyla, yine gıyaben 3 ay hapse mahkûm oldu.
Dünyadan, memleketinden, insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye,
yatarsan on yıl, on beş yıl
daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke
demiyeceksin,
yaşamakta ayak direyeceksin.
1925’ten itibaren hakkında 11 dava açıldı; Nazım, defalarca cezaevine girdi. 1938’te 28 yıl 4 ay ceza aldı. Çankırı’da Kemal Tahir ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Bursa’da Mehmet Raşit Öğütçü (Orhan Kemal) ile koğuş arkadaşıydı. Cezaevindeki on ikinci yılında aklına son çare açlık grevi düşerken “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler”i yazdı.
Ve Aşk… Şair Nazım’ın ‘can suyu’
Nazım, yaşamına tek bir aşk sığdırmadı. Pek çok kez aşkı tattı. “Minnacık kadın” Nüzhet (Berkin), “Kalbinin kızıl saçlı bacısı” Piraye (Altınoğlu), “Dayı kızı” Münevver (Andaç), “Saçları saman sarısı kirpikleri mavi” Vera (Tulyakova) hayatında kilit rol oynayan kadınlardandı.
İlk büyük aşkı Nüzhet
İlk büyük aşkı Nüzhet ile iki yıl evli kaldı. Nüzhet ve Nâzım 1921’de Moskova’da öğrenciyken evlendiler. Ama Nüzhet’in ailesi “… Saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla, senin gibi munis ve uysal bir kız nasıl geçinir?” diye isyan ettiler.
Kıskançlık ve terk edilişin yol açtığı duygularla “Gövdemdeki Kurt” şiirini yazar…
Gövdemdeki Kurt
Sen / benim / minare boyunda
çam gövdeme / yumuşak beyaz /
bir kurt gibi girdin / kemirdin / Yumuşak / beyaz / kıvrılışlarıyla /
beynime giren kurdu / çürük bir diş
çeker gibi söktüm / epeyce ter döktüm /
bu sonuncuydu / bir daha olmayacak
Nâzım ‘dan Piraye’ye Mektuplar…
Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir: -”Pîrâye, Pîrâye!..” diye
16 yıl evli kalan Piraye ve Nazım, bu evliliğin 13 yılını ayrı ayrı geçirdi. Nâzım cezaevindeydi. Piraye, Nâzım ’ın mektuplarını tahta bavulunda sakladı. 1945’te şair özlemi büyürken, neredeyse her gün 21-22 arasında karısı için bir şiir yazdı. Bu 581 mektup Nâzım ‘dan Piraye’ye Mektuplar ismiyle basıldı.
Nazım, roman yazarı Cahit Uçuk ve opera sanatçısı Semiha Berksoy ile de aşk yaşar. Piraye, araya giren bu aşklara anlayış göstermek ve affetmek zorunda kalacaktır.
Nazım’ın Münevver’le ilişkisi ise artık bardağı taşıran son damla olur.
Münevver…
Cezaevindeyken Ziyaretlerine Gelen Kuzeni Münevver’e Tutulur
Cezaevindeyken ziyaretlerine gelen kuzeni Münevver’e tutulur. Münevver ile Memed adında bir oğulları olur ama 3 aylıkken Nazım onu bırakıp kaçmak zorunda kalır.
Memed’e Son Mektubumdur
Bir yandan, oyun etti bana
bu mendebur yürek,
Nasip olmayacak Memed’im yavrum,
seni bir daha görmek.
Biliyorum,
buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
ben de öyleydim gençliğimde,
kumral, ince, uzun;
gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
alnın alabildiğine aydınlık;
herhalde sesin de olacak
– berbattı benimkisi –
türküler döktüreceksin yanık mı yanık…
Konuşmasını mı bileceksin
– ben de becerirdim o işi
sinirlenmediğim zamanlar –
bal damlayacak dilinden.
Vay, Memet, kızların çekeceği var
senin elinden.
Müşküldür
babasız büyütmek erkek evladı.
Ananı üzme oğlum,
ben güldürmedim yüzünü,
sen güldür.
Anan,
ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
anan,
nineliğinde bile güzel olacak
onu ilk gördüğüm günkü gibi,
Boğaziçi’nde,
on yedisinde
ay işığı, günışığı, can eriği,
dünya güzeli.
Anan,
ayrıldık bir sabah,
buluşmak üzre,
buluşamadık.
Anan,
anaların en iyisi en akıllısı,
yüz yıl yaşar inşallah…
Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
ama ne de olsa
iş arasında bazen
irkilip ansızın,
yahut yalnızlığında uyku öncesinin
günleri saymak biraz zor.
Dünyada doymak olmuyor, Memet,
doymak olmuyor…
Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığa gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş gibi…
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana hepsinden önce.
Bulutu, makinayı, kitabı sev,
insanı hepsinden önce.
Kuruyan dalın
sönen yıldızın
sakat hayvanın
duy kederini,
hepsinden önce de insanın.
Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
sevindirsin seni dört mevsim.
ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
Memet,
memleketler içinde bir şirin memlekettir
Türkiye,
bizim memleket,
insanı da,
su katılmamışı,
çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
ama dehşetli fakir.
………….
……………
Memet,
ben dilimden, türkülerimden,
tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
anana hasret, sana hasret,
yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
ama sürgünde değil,
gurbet ellerde değil,
öleceğim rüyalarımın memleketinde,
beyaz şehrinde en güzel günlerimin.
Galina…
1952 Yılında tanıştığı Galina adlı genç bir Rus doktor Nazım için yeni bir aşkın başlangıcı olur. Galina Nazım’ın doktoru, hayat arkadaşı, yoldaşıdır. Nazım, Galina’ya aşk şiirleri yazmadı ama en uzun ilişkiyi onunla yaşadı.
Vera…
Son üç ayını sevdiği kadının yanında geçiren Nazım, son şiirini de onun yanında yazdı.
Yaşamaya Dair…
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
ŞİİRİ
Hece ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerinden sonra serbest ölçüyü benimseyen Nazım, Mayakovski’nin ve fütürizm akımının temsilcisi Sovyet şairlerinin etkisine kapıldı. Açların Gözbebekleri, onun için “Eski usül vezinle kafiyeye paydos”tu.
Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
aç
bizim!
Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Şiirlerinden pek çoğu bestelendi.
Memleketimden İnsan Manzaraları
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Alman faşizmi Sovyetler’e saldırınca Nâzım, yirminci yüzyılın tarihini yazmaya karar verdi ve 20 bin dizelik Memleketimden İnsan Manzaraları böyle ortaya çıktı.
Vasiyet…
Nazım’ın mezarı, vasiyetine rağmen hala Moskova’dadır.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
Büyük şairin anısına…
kaynak: listelist