Son Dakika Haberler
sesso video gratis porno gratis

Veli BEYSÜLEN: Mesele ‘seçilebilecek aday’ mı, “seçilirse” endişesi mi?

Veli BEYSÜLEN: Mesele ‘seçilebilecek aday’ mı, “seçilirse” endişesi mi?
Okunma : Yorum Yap

MESELE ‘SEÇİLEBİLECEK’ ADAY MI, ‘SEÇİLİRSE’ ENDİŞESİ Mİ?

Veli BEYSÜLEN yazdı:

Türkiye, bağıra bağıra geliyorum diyen depremin ülkeyi bir bütün olarak enkaz altında bıraktığı çalkantılı bir süreçte, 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimlere gidiyor. Kuşkusuz bu seçim çok önemli. Zira seçmen ya dayatma ile getirilmiş olan tek adam yönetimini destekleyerek demokrasinin tamamen yok edilmesine onay verecek ya da demokratik parlamenter sisteme geri dönüşü tercih ederek asgari düzeyde burjuva demokrasisinin ülkeye hakim olmasını sağlayacak. Kısacası seçmenin bu seçimdeki tercihi, ülkenin geleceği açısından büyük öneme sahip.

Evet, seçmenin 14 Mayıs’ta yapacağı tercih ülkenin geleceği açısından çok önemli. Çünkü ülke, tek adamın keyfi yönetimiyle hızla uçuruma savruluyor. İktidar bloku, toplumu yerli ve milli olanlar ile olmayanlar şeklinde ikiye ayırdı. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Ağustos 2022 tarihinde partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada, “Bu ülkenin en büyük açığı yerli ve milli muhalefet açığıdır.” demek suretiyle muhalefeti kendi istediği pozisyonda olmamakla suçlamıştı.  
 
Seçim anketleri bize Cumhurbaşkanının “Milli Muhalefet” talebinin bir beklentiden ibaret olmadığını gösteriyor. Zira yaklaşık bir yıldır anketler Millet İttifakı ile HDP’nin bir araya gelmeleri halinde, Erdoğan’ın başında bulunduğu iktidar blokunun seçimleri kaybedeceğini ortaya koyuyor. Bu nedenle “Milli Muhalefet” Erdoğan açısından bir talep olmanın çok ötesinde, kendisini, ailesini ve çevresinde kümelenmiş yandaşları garanti altına almanın sigortasıdır. Dolayısıyla Erdoğan ve çevresi adına “Yerli ve Milli Muhalefet” dedikleri muhalefeti inşa etmek için yapması gereken her şeyi yapıyorlar. Erdoğan’ın zaman zaman İYİ Parti ile lideri Meral Akşener’i “Yerli ve Milli” davranış sergilemesi ve kendileri ile birlikte olmaya çağırması da bunun içindir.
 
Ancak bu hedefe ulaşmanın önünde iki önemli engel var. Bunlardan biri, önceki dönem eş genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe yöneticileri ile binlerce üyesi cezaevlerine kapatıldığı ve hakkında açılmış kapatma davası devam ettiği halde diz çökmeyen HDP, diğeri ise Erdoğan’ın deyimiyle, “Bay Kemal’in” başında bulunduğu CHP’dir. Zira CHP başını çektiği Millet İttifakı’nı Türkiye’nin 2. yüzyılı kavramı içinde şekillendiren bir pozisyona oturtuyor.
 
Kemal Kılıçdaroğlu ilk zamanlarda bu pozisyonu “helalleşme” olarak açıklamışken, son zamanlarda el yükseltti ve yaptırdığı hesapla 418 milyar dolar olduğunu açıkladığı, yandaş sermayeye aktarılan parayı son kuruşuna kadar geri alarak gerçek sahibi halka dağıtacağını yüksek sesle dile getirmeye başladı. Bununla da yetinmeyen Kılıçdaroğlu ile başında  olduğu CHP yönetimi, ülke yönetimine geldiklerinde, ülkede uygulanan “neoliberal” ekonomik modeli terk edeceklerini ve daha kamucu bir ekonomik model geliştirerek sosyal devleti güçlendireceklerini dile getiriyorlar. Birçok eksiği olmakla birlikte, Millet İttifakı’nın açıkladığı programda kuvvetler ayrılığı ilkesinin gözetileceği, hukukun üstünlüğünün sağlanacağı, temel hak ve özgürlüklerin kullanımının önündeki engellerin kaldırılacağı, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının hakim kılınacağı hususlarına vurgu yapılması da rahatsızlık veriyor.
 
Elbette tüm bunlar, sadece iktidar bloku ile çevresinde kümelenmiş olanları değil, Kemal Bey’in 5’li çete olarak sembolize ettiği, ranta dayalı projelerle yıllardır bu ülke kaynakları peşkeş çekilen, teşvik paketleri ile halkın vergilerine el koyan, iktidar baskısının sağladığı ucuz emek pazarı sayesinde emeği alabildiğine sömüren sermayeyi rahatsız ediyor. Bir süredir, Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinden rahatsız olan bu sermaye çevrelerinin, kendisiyle görüşmek istediği ancak kendilerine randevu verilmediği kulislerde konuşuluyor. Kılıçdaroğlu ile partisi CHP’nin neoliberalizme karşı söylemleri, kimi sektörlerdeki kamulaştırma taahhütleri, sosyal devlet vurgusu, “5’li Çete” ile birlikte belli bir sermaye kesimini de ürkütmekte ve çıkarlarının zedelenmesinden endişe duymalarına yol açmaktadır. Kuşku yok ki, Kemal Bey tüm bu söylemlerle Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adaylığına adım adım yürüyordu. Zira ittifakın birinci partisinin genel başkanı sıfatıyla, partisinin organlarının tam desteğini arkasına almış olma avantajı ile oturduğu masada, kendisi dışındaki beş partiden, Demokrat Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin desteğini de almış bulunuyordu. Bir tek İYİ Parti lideri Meral Akşener ile parti sözcüleri kazanacak aday fikrinde ısrar ediyorlardı. Onlara göre, anketler İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tan birinin aday olması durumunda seçimin daha kolay kazanılacağını gösteriyordu.
 
Doğrusu açıkça ifade etmeseler de zaman zaman açıklamalarının satır aralarına sıkıştırdıkları, “Milletin Hassasiyetleri” söyleminde gizlemeye çalıştıkları asıl niyet, Alevi ve Kürt kökenli olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Türk-İslam” sentezi ile yoğurulmuş seçmenin ağırlıklı kesiminden oy alamayacağı savı ile adaylığını engellemekti. Bence burada İYİ Parti’nin tavrında belirleyici olan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanacak aday olmamasından ziyade sermayenin rahatsızlığının etkisiyle duyulan ya kazanırsa endişesiydi.          
 
Tüm bu haksızlıkları gören Kılıçdaroğlu ise, son zamanlarda bir yandan kendisine karşı kurulan oyunları boşa düşürürken diğer yandan oynanan oyunların arkasındakileri görüyor ve özellikle grup konuşmalarında deşifre ediyordu. Kısacası Kemal Bey pes edeceğe benzemiyordu. Üstelik başta eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ile duayen Kürt siyasetçi Ahmet Türk olmak üzere, sistemin hiç hazzetmediği ve kapatma davasıyla oyun sahasının dışına atmaya çalıştığı HDP ile sosyalist sol partilerin ağırlıklı kısmı Kemal beye destek verecekleri yönünde açıklamalar yapıyorlardı.
 
O zaman bu oyunları tezgahlayanlar için yapılacak tek şey kalmıştı, o da masayı dağıtmak. Kuşkusuz bunun için uygun olanı masadaki diğer 5 partiden farklı düşünen ve kazanacak aday gerekçesinin arkasına sığınan İYİ Parti’nin masadan kalkmasını sağlamaktı. Tüm bu açık ve gizli tartışmaların, kapalı kapılar ardında çevrilen oyunların gölgesinde, Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayını belirleyeceği 2 Mart toplantısına gelindi.
 
Türkiye’nin sonucuna kitlendiği toplantı, 2 Mart 2023 tarihinde Saadet Partisi ev sahipliğinde yapıldı. Toplantının bitiminde altı siyasi parti liderinin ortak imzasıyla, “Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin genel başkanları olarak 28. Dönem TBMM ve 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak Cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz. Genel başkanların partilerinin yetkili kurullarını bilgilendirmeleri sonrası nihai açıklamayı 6 Mart 2023 tarihinde kamuoyu ile paylaşmak üzere Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde tekrar bir araya geleceğiz. Kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.” Şeklinde kısa bir açıklama yapıldı.
 
Kısa sürede ortak adayın CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olduğu kulislere düştü. Yine kısa sürede İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in bildiriye imza koymuş olmasına rağmen konuyu partisinin kurullarında değerlendireceği ve onay almaya çalışacağı, onay alamaması durumunda ise masadan kalkabileceği konuşulmaya başlandı. Nitekim konuyu TBMM grubu ile Genel İdare Kurulu’nda değerlendiren Meral Akşener, 3 Mart Cuma günü kameraların karşısına geçerek çok ağır ifadelerle masaya yüklendi ve dayatmayı kabul etmediklerini, bu nedenle masadan çekildiklerini açıkladıktan sonra, İmamoğlu ile Yavaş’a “Millet size sorumluluk yüklüyor aday olun.” çağrısı yaparak CHP’yi parçalamaya yönelik hamle yapmayı da ihmal etmedi. Halbuki İYİ Parti lideri Meral Akşener’in söylediği gibi masada dayatma yoktu. Zira Millet İttifakı’nın diğer 5 lideri, “Cumhurbaşkanı adayımız Kılıçdaroğlu” derken, Akşener buna itiraz etmişti. Asıl dayatma 5 liderin mutabık olduğu adaya tek başına karşı çıkan Akşener’in yaptığıydı.
 
Bu açıklamanın hemen ardından İYİ Parti’nin tabanında büyük bir hareketlenme başladı ve 2 saat içinde partinin 60 bin üyesi e-devlet üzerinden istifa etti. Yani, CHP’li iki belediye başkanına aday olmaları çağrısı yaparak CHP’yi parçalayacağını düşünen Akşener ile ekibinin beklentisi gerçekleşmediği gibi, kendi partileri dağılmakla karşı karşıya kalmıştı. Üstelik bu hamlelerine karşı gelişen tepki, kendi partilerinden yükselen tepkiyle sınırlı kalmadı. Aylardır sürdürdükleri kazanacak aday kampanyasının etkisinde kalan ve Kemal Bey’in aday olmasına karşı çıkan CHP’lilerin de genel başkanlarının etrafında kenetlenmelerine yol açtı. Öyle ki bu çıkış sadece Altılı Masa bileşenlerini değil, genel anlamda muhalefetin kenetlenmesini ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının güçlü bir şekilde desteklenmesini sağladı.
 
Elbette Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse bu ülke de devrim olmayacak. Ancak burjuva demokrasisinin bile yok edildiği, demokrasinin d’sinin ağıza alınmasının bile suç sayıldığı bir süreçten geçtiğimiz gerçeğini yok saymak mümkün değil. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı seçiminin birinci turda bitmesinin yolu, muhalefetin geniş bir ittifakla tek aday üzerinde uzlaşmasından geçmektedir. Burada Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP ile sosyalist partilere yaklaşımı belirleyici olacaktır. Kemal Bey, İYİ Parti’nin HDP’yi denklemin dışında tutma tavrını aşmalı ve inisiyatifi ele almalıdır. Zira kalktığı masaya tabanının tepkisiyle dönmüş olan İYİ Parti, HDP’yi dışarda tutma tavrını sürdüreceğinin işaretlerini veriyor.    
 
Tüm bunlar, 14 Mayıs seçimlerine giderken muhalefet için ülkeyi demokrasi ile buluşturmanın ve toplumsal sıçrama yaratmanın koşullarının hiç olmadığı kadar çok olduğunu gösteriyor. Umarım herkes süreci doğru okur!
                                                

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)