Yassak!
Çaya ve çorbaya limon sıkmak da yasak olsun mu?
Her şeyi birbirine karıştırmakta oldukça mahiriz. Bu bazı konularda temel noktayı kaçırmak olsa hadi bir nebze de, kadın hakları, çocuk hakları, LGBTİ hakları, hayvan hakları gibi toplumsal özgürlüklerin en çok mücadele alanı olan cinsiyet temelli, demografik, sosyolojik gruplar ile canlıların haklarını savunanların bu halklar uğruna temel hak ve özgürlükleri gasp etmeye yönelik öneriler getirmesi, böyle bir karıştırma değil, tam anlamıyla kavramsal ve etik bir bulamaç, hem de oldukça sağlıksız ve çirkin bir bulamaç.
Hiç kondurmak istemediğiniz kesimlerden yasakçı zihniyetlerin gölgelerini görmek oldukça garip. Her kim ki, özellikle önem verdiği bir mesele olsa, bu sorunun çözümü için her zaman eleştirdiği iktidarı yeni bir yasağa çağırıyor. Bu iktidara karşı olduğunu sürekli belirtip, demokrasiden dem vurup, bu tarz otoriter ya da totaliter önerileri duyduğumuz kesimlerin başında ‘ulusalcılar’ geliyor. Bu gerçi çok şaşırtıcı değil, yani zaten o kesimin demokrasiden anladığı, ‘nalıncı keseri’ demokrasisi… Peki ya kadın hakları savunucuları?.. Hani ‘özgürlükçülükte kendilerini uzak ara önde’ ilan eden bu kesimin, kendinden menkul kanaat önderleri.. İşte sanırım ulusalcılardan sonra ‘demokrasi ve özgürlük cephesi’nde bu tarz çıkışları yapmakta mahir ikinci kesim de bu!
Kısasa kısas kafaları
Bu çok geniş bir yelpazede, her türlü kazanılmış temel hak ve özgürlükleri ve hukuk devleti prensiplerini ayaklar altına alan çıkışlar yapan kesim, gemi azıya aldı gidiyor. Kanaat önderleri saçmaladı mı, en uzaktan bu konuya ilgi duyan tam zıvanadan çıkıyor. Yasaklama ve sürekli cezaları artırma, bazı durumlarda temel hukuk kıstaslarını hiçe sayan uygulamaları gündeme getirmekten hiç de beis duymuyorlar. İşte bu sebepledir ki, bir tecavüzcünün içeride mafya bozuntusu şerefsizler tarafından tecavüz edilip öldürülmesini isteyebiliyorlar. Bir hayvana tecavüz edenin tecavüz kurbanı olmasını dileyebiliyorlar. Çocuk tacizcilerini idam edilmesi için veryansın edebiliyorlar!
RTÜK zihniyetiyle özgürlük!
Oysa ki zaten bir karakter sorununa dönüştürdükleri ve her türlü kişisel hırslarını ve gelecek projelerini bir ‘özgürlük mücadelesi’ne yükleyen, bu kendinden menkul liderler, bilgi, inanç ve mantık eksiklerini giderip güçlü bir ideolojik hegemonya mücadelesi vermek yerine, ‘ona mı yasak, kime dayasak’ kolaycılığına kaçıyorlar. Bu haksızlık oldu, kaçmıyorlar, zaten başka bir yetenekleri olmadığı için buradan yürüyorlar. Devletten, yani bu otoriter, yoz, gerici, cinsiyetçi devletten, yasak rica ediyorlar ve ekliyorlar, bu yasağı koyarsa o zaman bir şekilde daha iyi bir iktidar olurmuş!
Bir de işin kolayı var, doğrudan kendileri dile getirmek yerine, başkalarına gönderme yapıp, bu yasağı talep etmek! Gülse Birsel demiş ki; “Niçin ‘salak’ gibi masum bir kelime bipleniyor, votka şampanya demek, düğün sahnesinde bile içki bardağı göstermek yasak da kadın dövmeye, adam bıçaklamaya getirilen bir yasak yok?” E tamam işte, hıyarı gördün mü tuzla koşmak için nefis bir fırsat! Buradan geliştirip, allayıp pullayıp, dolandırıp bu iktidardan yeni bir yasak isteği dillendirilebilir!
Zihin kaymış gidiyor
O zaman gelsin gerekçelendirme: “Şiddet arttıkça daha çok şiddet izliyoruz ve bu son derece tehlikeli bir döngüye dönüşüyor. Bu döngünün bir şekilde kırılması gerekiyor. Bu döngüyü bizler bu tarz dizileri, programları izlemeyerek kırabiliriz ama biliyorum ki bu yalnızca bir temenniden ibaret kalabilir. Dolayısıyla bunu muktedirlerin yapması gerekiyor.
Kendi ürettikleri yanlışa müdahale ederler mi bilmiyorum fakat biz ifade etmiş olalım şiddet içeren görüntülerin öncelikle yayınlanmaması, yayınlandığı takdirde de ağır yaptırımlar uygulanması, bu yöndeki yasal düzenlemelerin bir an evvel hayata geçirilmesi gerekiyor. Keşke, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Haftası’nda böyle bir öneriyle gelseler gerçekten kadınlar için bir şey yapmış olurlar, bizi de utandırırlardı.”
Bu sadece bir örnek, bundan çok daha beterleri de var, zira bizim ‘özgürlük cephesi’nde tutarlılık ya da etik aramak, yeni bir kıta keşfetmek kadar imkansız bazen!
Yani öyle bir körlük ki, bu iktidar bu yasağı koyunca ‘bunu beklemezdik helal olsun’ denilerek utanılacak, bu talep dile getirildiği için değil. Yetmez ama devam ve iktidar da bunu kabul ederse, herkes mutlu olacak!
Tipini beğenmediği cadıyı da yakar!
Bu kadarlar!.. Bu kadar işte ifade ve fikir özgürlüğünden anladıkları…
Bir zamanlar Oscar Wilde’ı yasaklayan, eşcinsellerin, ateistlerin kitaplarını yakanlardan nitel bir fark arayın ki bulasınız. Madem ki tüm cinsiyetçi ve şiddeti tahrik eden fikir ve sanat eserlerini yasaklayacaksınız, o zaman niye dandik Türk dizilerinden başlayasanız ki, Kore ve Japon filmlerinin önemli bir bölümünden tutun da Marquis de Sade’ın tüm kitaplarına, Pier Paolo Pasoloni’nin filmlerine, size uygun gelmeyen her eserin yasaklanmasını isteyin…
‘Sodom’un 120 Günü’ yasaklansın mı? Yok o yasaklanmasın mı, zira hem öldürülmüş partneri tarafından hem de eşcinsel, ona bir tolerans mı gösterseniz acaba?
Porno zaten yasaklansın değil mi, en gerici dinci fanatiklerle birlik olup saldırın hadi!
Peki ya tecavüzün ne denli insanlık dışı olduğunu anlatmak için tecavüz sahnesine yer veren filmler?.. E tabii onlar da kaynasın arada, madem ki içinde şiddet unsuru barındırıyor, değil mi ama! Vampir filmleri de öyle değil mi? Peki hangi polisiye uygundur sizin o yüksek sansür algınıza göre? Cinsiyetçi fikirleri öne süren kitaplar yakılsın mı meydanlarda? O sırada zıplaya hoplaya ‘Dünya yerinden oynar, kadınlar birlik olsa’ diye şarkı da söylemek ister misiniz? Kadına bayan diyenleri de linç mi etseniz acaba, ne de olsa sizin jargondan bihaberler ya!
Ya cadılar, tipini beğenmediğiniz varsa onları da bir ara yakar mısınız? Bu kafayla yakarsınız! Yaktığınız özgürlüktür ya, bunu anlayamazsınız! Ama siz de biplenmemelisiniz, ifade özgürlüğü bunu gerektirir zira!
Şeytan Tırnağı